SER VER, SIR VERME!

1824

Ser” (Farsça. Çoğulu serân) baş, kafa, başkan, reis anlamında… “Serdar” Osmanlı döneminde ordulardaki başkomutanlara verilen isim, başbuğ, ordu komutanı demek… “Server” ismine lâyık olabilenler tarihimizin tozlu sayfalarında mı kaldı? Ser veren değil; çıkarına, işine göre sözü çarpıtan, kusur arayan ve sadece kendisinin ayıbını/sırrını saklamayı tercih edenin boy gösterdiği bir âlemde fırıldak olan birinin, İngilizcedeki “server” (sunucu) kelimesinin yansımasına uygun bir hayat sürmesi… Böyle biri, ancak kendi kendisinin dostu olabilir… Ser veren sır vermeyen, “Server” ismiyle yâd edilen gâzilerimizin, dervişlerimizin, kahramanlarımızın hikâyelerini bilen bilir…

Ser veren” Mehmet Gâzi ve Server Gâzi’nin hikâyesi…

1210 yılında Server Gâzi[1] ve Mehmet Gâzi, Selçuklu Sultanı Gıyasettin Keyhüsrev tarafından Denizli havalisinin 4. fethi sonrasında tümen komutanları olarak görevlendirilmiş; Denizli ilinin 6 km kuzey kesiminde bulunan Laodikeia diye bilinen antik kente sevk edilmiş… Ordu, Bizans kuvvetleriyle önce Honaz (Colossea) civarında, şimdiki Honaz harabelerinin yakınında çarpışmış… İlk çarpışmada galip gelmişler, geriye çekilen Bizans ordusunu izlemişler ve şimdiki Denizli’nin Deretekke (Sarayköy Caddesi) semtindeki geniş alanda yeniden harbe tutuşmuşlar… Çarpışmada Mehmet Gâzi şehit olmuş; askerleri Server Gâzi’nin emrine geçmiş… İki ateş arasında kalan Bizans ordusu yenilip yok edilmiş… Server Gâzi, bir düşman askerinin attığı ok ile şehit olmuş… Mehmet Gâzi ve Server Gâzi, ser/can veren kahramanlar…

Peçevî Tarihinde[2] yer almış bir hikâye…  “Başını Vermeyen Şehit”… 1555 yılında Zigetvar kumandanı Kıraçin’in 1000 askerine karşı Kuru Kadı ve 114 mücahit galip gelmiş… Muharebede şehit olan Deli Mehmet’in başını vermemesi üzerine Kuru kadı tarafından yazılan Hikâye-i Kesikbaş… Osmanlı mücahitlerinin savunduğu Girijkal kalesi bini aşkın düşmanın saldırısına uğramış… Osmanlı mücahitleri Girijkal kalesini savunurken Deli Mehmet şehit düşmüş… Girijkal kadısının şahit olduğu kahramanlık öyküsü… Kale kapısını açılınca mücahitler iki koldan hücuma geçmiş… Kollardan birinin başında Deli Mehmet diğerinde ise Deli Hüsrev varmış… Kaçmasın diye Deli Mehmet’i ve Deli Hüsrev’i düşman kuvvetleri her bir yandan sarmış… Kuru Kadı da cübbesini bir kenara atmış bu muharebeye katılmış… Kuru Kadı yiğitçe savaşan Deli Mehmet’i aramış ancak görememiş… Sonunda düşman safında iri bir vücudun yere uzanmış olduğunu görmüş… Düşman askeri bir kargıyı bu vücuda saplayıp duruyormuş… O sırada bir şövalye atından inip kargıladığı vücudun başını teninden ayırmış… Ardından eline aldığı başı alıp atının sırtına atlayıvermiş… Kadı koşup arkalarından bütün kuvvetiyle şövalyeye yetişmek istemiş… Tam o sırada Deli Hüsrev’in bağırışı duyulmuş… “Mehmet. Mehmet. Canını verdin ancak başını sakın verme.” diye bağırıyormuş… Kuru Kadı bu şehidin Deli Mehmet olduğunu öğrenince içi burkulmuş… Olduğu yerde kalakalmış… Bir de ne görsün kesik başlı şehit yerinden bir andan fırlayıp şövalyenin peşinden koşmaya başlamış… Öyle bir koşmuş ki, şövalyeye yetişir yetişmez vurmasıyla birlikte kara şövalyeyi yere fırlatması bir olmuş… Deli Mehmet’in başsız vücudu başını yerden almış ve yorgun bir insan gibi oracığa yığılı vermiş… Deli Mehmet, ser/can vermiş fakat serini/başını düşmana vermemiş yiğit…

Server[3] Baba’nın iki farklı “Ser ver, sır verme” hikâyesi…

Osmanlı devrinde devlet maliyesi çok sıkıntılı bir duruma düşmüş… Padişah şöhretini duyduğu Server Baba adlı veliye haber göndermiş… Kendisinden yardım istemiş… Veli Server Baba, Padişaha bir miktar iksir tozu göndermiş, bakır eritilen kazanlara atılmasını söylemiş… Yalnız aynı kazandan bir kepçe kendisine verilmesini istemiş… Kendisine verileni de fakirlikten şikâyet eden dervişine vermiş… Bir müddet sonra padişah, Server Baba’dan ısrarla bu sırrın kendisine de öğretilmesini istemiş… Server Baba, “bu mümkün değil, lâkin bir kolayı var. Ben bu sırrı yazar, dilimin altına koyarım. Siz de beni idam eder, alırsınız. Başka çare yok” demiş…

24. Osmanlı Sultanı 1. Mahmud (d. 2 Ağustos 1696, Edirne – ö. 13 Aralık 1754, İstanbul) döneminde İstanbul Sultanahmet Meydanı’nda bulunan Defter-i Hâkani Nezâretinde (Tapu ve Kadastrodan sorumlu Devlet Bakanlığında -bugünkü İstanbul Tapu ve Kadastro Bölge Müdürlüğünde) görevli Osmanlı memuru Server Efendi… ‘Kaide-i kadime’ yani kurallara uygun hareket eden, kayıtların muhafazasına önem veren ve herhangi bir suiistimale yol açmamak için defterlerin dışarı çıkarılmasına bile izin vermeyen biri, Server Dede… Bir ihtilaflı arazi anlaşmazlığı Sultan I. Mahmud’a söylenince, bazı tapu defterlerinin kendisine verilmesini istemiş… Server Efendi/Dede, Fatih Kanunnamesi’ni gerekçe göstererek defterlerin hem dışarı çıkarılamayacağını hem akşam vakti verilemeyeceğini beyan ederek, “Sultanımız af buyursunlar, defterleri çıkartamam” cevabını vermiş… Cevaba çok kızan Padişah, Server Dede’nin idamını ferman buyurmuş… Sabahleyin huzura kabul edilen sadrazam, Server Dede’nin haklılığından bahsedince, Sultan I. Mahmud çok pişman olmuş ve yeni bir fermanla idam kararının uygulanmamasını istemiş… Maalesef iş işten geçmiş ve Server Dede çoktan idam edilmiş… İki hikâyenin sonunda, cellatlar Server Efendi/Dede’nin kafasını kestikten sonra, dilinin altında “ser verir sır vermez” yazılı küçük bir kâğıt bulmuşlar…

                Hayat, insanı mı; insan mı hayatı harcıyor? Bir çıkar uğruna ya Rab ne serler/başlar hebâ ediliyor, ne sırlar ifşâ ediliyor, ne hakikatler tahrif ediliyor… Velev ki ayıp, kusur ve yanlış var… Er kişiye düşen, düşeni düşmeden ayağa kaldırmak olmalı… “Bir kul, bu dünyada başka bir kulun ayıbını örterse, kıyamet gününde Allah da onun ayıbını örter.” (Hadis-i Şerif)… Ayıp, kusur ve yanlış aramada nefsinden başka hedeflere kitlenen ile yol yürünmez, dost olunmaz… Ahîlik (kardeşlik) önemli… Ahîlik, Arapça ahî (kardeşim) manasında… Ahî sözcüğünün Türkçe akı (еli açık, cömert, yiğit) kelimesinden geldiğini söyleyenler de var… Ahîlik; iyi ahlakın, doğruluğun, kardeşliğin, yardımseverliğin dürüstlüğün, sevginin, dostluğun, hoşgörünün, bilginin ve dayanışmanın olduğu düzen… Ahîlik, kısaca, bütün güzel meziyetlerin birleştiği bir sosyo-ekonomik sistem… Bu sistemde ser verilir, sır verilmez… Bu sistemde para harcanır, hayat harcanır; insan harcanmaz… Boş işlerle boşu boşuna zaman geçirmek ise, insanın kendini boş yere harcamasıdır. Bilmemiz gereken, boş zamanın olmadığı ve boşa geçen zamanın olduğudur… Unutmamalıyız, ne zamanı harcayabiliriz ne insanı… Harcadığımız şey, yaşadığımız zamandır; içimizdeki insandır… İster ser verin ya da vermeyin… İster sır verin ya da vermeyin… Tercihlerimiz, kişiliğimizi ve karakterimizi belirliyor…

Ser verelim, sır vermeyelim. İçimizdeki “ben”i heder etmeyelim… “Cömertlik ve yardım etmede akarsu gibi ol. Şefkat ve merhamette güneş gibi ol. Başkalarının kusurunu örtmede gece gibi ol. Hiddet ve asabiyette ölü gibi ol. Tevazu ve alçak gönüllülükte toprak gibi ol. Hoşgörülükte deniz gibi ol. Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol.” (Hz. Mevlana)…  Selam, sevgi ve saygılarımla.

————————————————————-

[1] http://www.merkezefendi.gov.tr/servergazi-turbesi

[2] Peçevî Tarihi: Kanuni Devri ve 1520-1640 yıllarını kapsamaktadır. Batı kaynaklarından ilk yararlanan Osmanlı tarihçilerinden biri olan

     Peçevî İbrahim Efendi’nin kitabı.

[3] https://www.itohaber.com/haber/guncel/206373/ser_verip_sir_vermeyen_memurun_hikayesi.html

Zafer NEFER, 29.09.2022 16.06, Kütahya




Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *