YEMEK KÜLTÜRÜ ve ADÂBI…     

1427

Kadim medeniyetimizde millî (atalık) tohum ürünlerimiz olmadan yemek kültürü ve adâbından söz edemeyiz… Beslenme usulleri, şekli, türü ve jeopolitik konum (ülkelerin iktisadî, coğrafî, kültürel, ulaşım, ticarî, yeraltı zenginlikleri, askerî güçleri vb. konularda dezavantajları ve avantajları), toplumların kimliklerinin oluşmasında büyük bir öneme sahip… Yemek kültürü, bir hayat tarzı aslında… Her toplumun yemek kültüründe belirgin farklılıklar mevcut… Tabiat sofrasında neler yok ki…  Toplumların yemek yeme alışkanlıklarının, yemek adâbının ve birbirinden lezzetli, zengin yemek kültürlerinin farklılığı, dünya barışının kalıcı ve sürdürülebilir olması için, insanların birbirlerini tanımaları ve birbirlerine saygı duymaları için önemli bir fırsat olmalı… Ne yemeli, ne yememeli? Nasıl yemeli? Ne kadar yemeli? Düşünce dünyamızdaki sorular ve sorgulamalar… Hazreti Âdem’in Allah tarafından yasak kılınmış elmayı yemesi… Hazreti İsa’nın son akşam yemeği… Hazreti İbrahim’in sofrası… Hazreti Muhammed’in “Komşusu açken tok yatan bizden değildir” sözü… Gerçekten, sosyal statünün, yardımlaşmanın ve azığın – lokmanın paylaşıldığı yerlerdir sofralar… Düğün yemeği, cenaze yemeği, sünnet yemeği vb. gelenek hâline gelmiş yemekler, sofralar… Her toplumda bilindik âdetlerle ve merâsimlerle zamanının belli bir kısmının yemeğe ayrılması, olmazsa olmaz hâline gelmiş… Yemek kültürü ve adâbı… Yemek kültürü ve adâbı, eğlencelerde, dost sohbetlerinde, misafir ağırlamalarında, bayramlarda vb. törenlerde vazgeçilemez sosyal gereklilik ve ictimaî dayanışmanın tezahürü haline gelmiş…

Kayseri yöresine mâl edilen mantının Çin mutfağından alındığı düşünülmekte… Uygur Devleti döneminde Çin’in tesiriyle kabul edilen dinlerin Türklerin beslenme alışkanlıklarını değiştirdiği ve savaşçı özelliklerini yitirmesine sebep olduğu iddia edilmekte… Yemek ihtiyacı, beslenme, fizyolojik bir zorunluluk… Yemek kültürü ve adâbı… İnsanların yaşadıkları farklı bölgelerin iklimine ve şartlarına göre yenebilir yiyeceklerin, tabiattan mutfaklara, sofralara, nihayetinde midelere farklı lezzetler ve damak tatları olarak intikali süreci/vetiresi ve bunun sürdürülebilir olmasının, tarzının, adâbının ve üslubunun davranış hâline gelmesi… Tüketilen sebze, meyve ve tahıl vb. yiyeceklerin farklılık göstermesi,  insanların yaşadıkları bölgelerdeki hayvanların çeşitliliği kaçınılmaz bir durum… Ekolojik dengenin sonucu olan bu ahvâl, zaman içerisinde kültür farklılıklarını ortaya çıkarmış… Coğrafya, din ve gelenekler yemeğin türünü değiştirse de her toplumda bir sofra kültürü oluşmuş… Yemek kültürü, coğrafi bölgelere göre ayrılmış ve ‘yöresel yemekler’ kültürleri hâline gelmiş… Birçok gıda hazırlama ve pişirme teknikleri denenerek yeni lezzetler geliştirilmiş… Uygarlığın hayatlarda yaptığı değişim, yemek kültürünü ve adâbını da etkilemekte… 2 bin yıllık geçmişi ve birikimi olan Türk ve Anadolu mutfağımız, çok eski ve güçlü yemek kültürünün ve adâbının şekillendiği mahâl… Kadim medeniyetimizde yemek kültürümüz ve beslenme alışkanlıklarımız, tarihî zaferlerimizin harcını teşkil etmekte… Güçlü pehlivanlarımızın, kahramanlarımızın velhâsıl sağlıklı insanlarımızın olması, beslenme alışkanlıklarımızla alâkalı elbette… Kaşgarlı Mahmud, Divan-u Lügat’it Türk adlı eserinde; bardak, selçibiçek (aşçı bıçağı), etlik (et çengeli), ıwrık (ibrik), tewsi (tepsi), kova, saç, şiş, soku (havan) ve susgak (susak, tahta su kabı) gibi aletlerin yanı sıra; küp, çanak, çömçe (tahta kepçe), kaşuk, tekne, tuzluk gibi toprak ve ahşap eşyalar; sarnıç (su tulumu), tulkuk (tuluk), tagar (çuval), sanaç (işlenmiş koyun derisinden torba) gibi deriden yapılan araç gereçlerin eski Türkler tarafından kullanılmış olduğunu aktarmış… Göçebe Türklerin evleri, kıl çadırlar olmuş; çadırlarda mutfak için özel bir alan ayrılmış… Türkler, süt ürünlerini (kımızı-yoğurdu-peyniri-tereyağını) bulmuşlar ve yoğurdu kurutarak tarhana üretiminde kullanmışlar… Eti kurutmuşlar; kavurma yapmışlar; eti pastırma veya sucuk olarak muhafaza etmişler…  Büyük Selçuklu Devleti, Türklerin mutfağının İslamlaşmasını ve zenginleşmesini sağlamış…  Anadolu ile bozkır kültürünü harmanlayan Selçuklular, geçmiş tecrübeleri yeni medeniyetlerle buluşturmuş… Selçuklular yerleşik hayata geçmişler; tarımda da ilerlemişler… Selçuklu Türkleri, kuşluk ve akşam olmak üzere günde 2 öğün beslenmeyi tercih etmişler… Kahvaltıyı süt ürünleri, hurma ve hamur işleri ile yapmışlar… Akşam yemeğinde et yemişler… Birçok tatlı yapımında şeker yerine pekmez kullanmışlar… Türk mutfağı altın çağını Osmanlı döneminde yaşamış… Osmanlı’da halkın sofrası, üzerine susam serpilmiş ekmekten, biraz koyun eti ya da pastırmadan, pirinç çorbası veya pirinç pilavından, çeşitli sebze ve meyvelerden oluşmuş… Yemekler gösterişsiz bir şekilde yerde sofra bezi üzerine konulup oturularak yenmiş… Yiyeceklerin yanında içecek olarak genellikle şurup, ballı şerbet, gül suyu ve meyve hoşafları içilmiş… Sofrada kaşıktan başka bir araç kullanılmamış… Çorba, hoşaf ve pilav kaşıkla yenmiş… Osmanlı yemek kültürünün zirvesi Osmanlı Saray Mutfağı (Matbah-ı Âmire)… Saray Mutfağı her gün binlerce kişiye yemek pişirilen büyük yemek fabrikaları gibi çalışmış… Padişahın yemekleri, sadece padişaha hizmet eden ve Matbah-ı Âmire’nin içinde ayrı bir yerde bulunan kuşhane bölümünde hazırlanmış… Matbah-ı Âmire’nin helvahane bölümünde uyuşturucu illetinin panzehri – alternatifi gıdalar, reçeller, hoşaflar, şerbetler, turşular, şifa kaynağı olarak tüketilen macunlar ve her türlü tatlılar yapılmış… Baharın başlangıcı olarak kutlanan Nevruz’da çok çeşitli baharat ve bitkilerin karıştırılmasıyla Nevruziye (mesir) macunu yapılmış…

Günümüzde, tereyağının yerini margarinlerin; pekmezin yerini kimyasal şekerlerin; tam buğday unun yerini beyaz unun; doğal domates ve biber soslarının yerini ketçabın – mayonezin vb. sosların alması ve fastfood (ayaküstü) vb. yiyecekler; tütün vb. kötü alışkanlıklar, yemek kültürümüzü katletmekte…  Can boğazdan gelir, boğazdan çıkar… Bu sebeple beslenme şeklimiz, yemek kültürümüz ve adâbı çok mühim…  Hastalıkların önemli bir kısmı yediklerimiz ve içtiklerimizden kaynaklanmakta…  Bünyemize, kişiliğimize, karakterimize, mizacımıza uygun olarak, vücudumuzun ihtiyaç duyduğu kadar proteinle, vitaminlerle, minerallerle, karbonhidratla, suyla, yağla vb. gıdalarla sağlıklı ve dengeli beslenmeliyiz… Yolda mağdur kalmamak için sahip olduğumuz bir ulaşım taşıtının periyodik bakımlarına nasıl dikkat ediyorsak, vücudumuza da aynı itinayı göstermek durumundayız… Beslenme alışkanlıklarımıza dikkat etmeliyiz… Tıbbın ilerlediği noktada yeni bilgiler ışığında yeni bir beslenme tarzı önerilmekte; kişilerin, kan gruplarına uygun beslenmeleri hâlinde şişmanlık vb. hastalık problemlerinden kurtulacakları savunulmakta; her insanın kendine özgü sindirim sistemi ve enzimleri olduğu belirtilerek, kişiye özel beslenme programları önerilmekte…

Görgü kurallarının ve sofra adâbının ebeveyn tarafından çocuklara 3 yaşından itibaren öğretilmesi ve doğru, sağlıklı ve dengeli beslenme alışkanlıklarının kazandırılması önemli…  Ebeveynler çocuklarına rol model olmalı… Kadim medeniyetimizin görgü kurallarına, yemek kültürüne ve adâbına riayet etmede, ebeveynler yaşayarak aile fertlerine örnek olmalı… Ebeveyn; yemeğe oturmadan evvel ve yine yemekten hemen sonra ellerini mutlaka yıkamalı… Tabağına yiyebileceği kadar yemek konulmasını istemeli… Yemeğe başlamadan önce sofrada oturup diğer aile bireylerini beklemeli… Herkes ile birlikte yemeğe Allah’ın adıyla başlamalı… Masaya yakın oturmalı… Yemeğe başlarken herkese ‘afiyet olsun’ demeli… Yemek yerken açgözlülük yapmamalı; yemeği önünden ve uygun eliyle yemeli; lokmayı iyice çiğneyip yutmadan diğerini almamalı; yemeği beğenmezlik yapmamalı… Yemek esnasında TV, telefon, tablet vb. herhangi bir şeyle meşgul olmamalı… Sandalyede dik oturmalı… Çatalı ve bıçağı, uygun eliyle kullanmalı… Uzanamadığı bir şey olduğunda yakındaki kişiden istemeli… Peçete kullanmalı… Yemekte nâhoş konuları konuşmamalı… Yemek için ‘çok kötü, pis, iğrenç’ gibi kelimemeler kullanmamalı… Ağzına sığacak kadar lokma almalı… Yemek yerken ağzını şapırdatmamalı… Yemeği yapan kişiye ‘eline sağlık’ demeli… Yemeği bitmeden sofradan kalkmamalı; yemek sonrasında yemek tabağını iyice temizlemeli… Yemek sonunda şükretmeli…  

Kendi bünyemize göre bilinçli beslenmenin yol ve yöntemlerini öğrenelim. Tokken yemeyelim. Çok yemeyelim… “Âdemoğlu karnından daha şerli bir kap doldurmamıştır. Hâlbuki Âdemoğluna belini doğrultacak birkaç lokma yeter. Mutlaka yiyecekse hiç olmazsa midesinin üçte birini yemeğe, üçte birini içmeye ayırsın. Kalan üçte biri de nefes almak için kalsın.” (Hadis-i Şerif)… Başkalarının yediklerine bakarak onları rahatsız etmeyelim… Sağlıklı ve dengeli beslenelim; kadim medeniyetimizin yemek kültürüne ve adâbına sahip çıkalım… Selam, sevgi ve saygılarımla.

Zafer NEFER, 11.11.2022 09.00, Kütahya




Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *