“DUYMAK İSTEMEDİĞİNİ SÖYLEME”

421

 Diyen atalarımızın bu kıymetli sözünü ne kadar önemsiyoruz? Pek çok değerimiz gibi bunu da unutmuşuz. Nezaket gösterip işini layıkıyla yapanı gıyaben ve şifahen takdir etmiyoruz birde küçümsüyoruz. Oysa nezaket marifettir medeniyettir gıybet ise günahtır.

” Düğüne gider zurna beğenmez, hamama gider kurna beğenmez burnu Kaf dağında tipler var etrafımızda. Bunlar ellere körlük verir, kendi kamburuna bakmaz”. Bireysel hatasını görmez telafisi için gayret göstermez başkasının küçük bir yanlışını abartarak anlatır bunu da marifet sayar. Bunun hoş bir şey olmadığına dikkat çeken ecdadımız, ” Övüngen adam en sonunda önüne bakar” demiş.

 Genelleme yapmıyorum ama yokta değil diyemiyorum. Birçok değerimiz gibi nezaketimizi de yitirmek üzereyiz. Her yerde oluğu gibi özelikle de aynı işi yapanlar arasında yaşanıyor küçümseme hadisesi. Kötülemeden rekabet etmek hüsnü zanda bulunmak güzeldir, kendisini üstat başkasını çırak görmek, suizanda bulunmak ise hem çirkinlik hem de bencilliktir. Aslında bu durum söyleyen için kayıp, söylenen için ise manevi kazançtır. Belki bunlar dünde vardı ama bugün olduğu kadar yaygın değildi. Çünkü şükür-fikir-zikir vardı bunlarda sorumluluk yüklüyordu.  Fikir-zikir ve irşat ehlide hep tevazu ve nezaket içinde olmuşlardır.

 Oysa bizim geleneksel toplumumuzda insana ” insan” olarak büyük değer verilmiştir. Kadim kültürümüzün yetiştirdiği abide şahsiyet sayılan insanlar da insanın değeri ve kişiliğin önemi üzerinde durmuşlardır. Mesela Mevlâna, insan ruhuna büyük önem vermiş; terbiye, vefa, hoşgörü, anlayış, af gibi kavramlara, şahıs ve fikir hürriyetine değer vermiş, insanı adeta kutsal bir varlık derecesine yükseltmiştir (1).  Mevlâna deyince aklıma Fırat Gazetesinden Melisa Coşkun’un,” Güzel söyledikçe güzelleşirsin” başlıklı yazısı geldi.

 “Bir adamcağız kötü yoldan para kazanıp bununla kendisine bir inek alır. Neden sonra, yaptıklarından nedamet duyar ve hiç olmazsa iyi bir şey yapmış olmak için bunu Hacı Bektaş-i Veli’nin dergâhına kurban olarak bağışlamak ister.

  Durumu Hacı Bektaş-i Veli’ye anlatır ve Hacı Bektaş’ı Veli helal değildir diye bu kurbanı geri çevirir. Bunun üzerine adam Mevlevi dergâhına gider ve aynı durumu Mevlâna’ya anlatır, Mevlâna ise bu hediyeyi kabul eder.

 Adam aynı şeyi Hacı Bektaş-i Veli’ye da anlattığını ama onun bunu kabul etmemiş olduğunu söyler ve Mevlâna’ya bunun sebebini sorar.

 Mevlâna şöyle der. – Biz bir karga isek Hacı Bektaş-ı Veli bir şahin gibidir. Öyle her leşe konmaz. O yüzden senin bu hediyeni biz kabul ederiz ama o kabul etmeyebilir.

 Adam üşenmez Kalkar Hacı Bektaş-i veli dergâhına gider ve Hacı Bektaş-i Veli’ye Mevlâna’nın kurbanı kabul ettiğini söyleyip bunun sebebini bir de Hacı Bektaş-i Veli’ye sorar.

 Hacı Bektaş-i Veli’de şöyle der: Bizim gönlümüz bir su birikintisi ise Mevlâna’nın gönlü okyanus gibidir. Bu yüzden, bir damlayla bizim gönlümüz kirlenebilir ama onun engin gönlü kirlenmez. Bu sebepten dolayı o senin hediyeni kabul etmiştir “.

  Nezaket ve samimiyeti kendi içinde barındıran bu hikâye aslında çok şeyi ifade ediyor. Birbirilerine kara çalmadan bağış yapanı ikna ederek sevindirmişler. Bu kıssadan hisse almamız temennisiyle sağlıkla kalın bizimle kalın değerli GAZETE KIRKÜÇ okurları.  ( 1) B.K. Varvar, “Mevlâna ve Ruhi Tedavi”, Tıp Dünyası Dergisi, C; 49 ( 579), Ekim.




Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *