AZA RAZI OLMAK…

1205

Her ne yapıyorsak, az az sürekli yapmak, bir defa çok yapıp hiç yapmamaktan evlâ… Ona buna kul olan; kendi nefsini ve parayı put yapar, sonra da kendi yaptığı putuna tapar… Paranın ve egonun hükmettiği insan, her bir kimseye zulmeder… Sahip olduğumuzu birkaç günde tüketip, sonrasında bakınmak ve sürekli yakınmak; akıl kârı değil… Bu, hakça bölüşmeyelim demek değil… Aza razı olmak, birilerinin çoklara çöreklenmesine fırsat ve geçit vermek, hiç değil… Toplumu sömüren azınlığın çoğunluğa hükmetmesine rıza göstermek, kendimize yapacağımız en büyük zulüm… Aza kanaat, farklı… Hep birlikte az ile yetinip, hakça paylaşmak kaydıyla… Aza razı olmak, tasarruf ise, hârika… Aza razı olmak, başkalarını düşünüp gözetmek ise, harikadan da öte…  Aza razı olmak, birilerinin dayatmasıyla ve azı çoğunluğa dağıtıp kutsamak ise, sadece sömürünün egemen olmasına kılıf bulma, kandırmaca… Hele hele az akıla razı olup, aklın çoğunu kiraya verme, sürü psikolojisine teslim olmak demek… Emektir, kutsal olan… Emek kutsal olunca, her bir iyi şey (ekmek, su, hava), kutsal olsun, tamam… Aklımızı başımıza alalım, aklımızı kiraya vermeyelim, düşünme zahmetine katlanalım, kararlarımızı kendi aklımızı kullanıp araştırarak elde ettiğimiz doğru bilgiyi yüreğimizde süzerek alalım yeter ki…

                Eşya bizi kullanınca, güç başkalarının elinde olduğunda, aza da razı olunur… Biz eşyayı kullanınca, her birimiz sahip olduğumuz azı da çoğu da paylaşmanın hazzını tadarız… Bu, sosyal olmanın temel taşı… Hakça bölüşmek de, insan olmanın kilit taşı… Haksızlık karşında susmamak da, nasıl davranacağımızı mihenk taşına vurmanın Türkçesi… Meselelere Fransız kalanların anlamakta zorluk çektikleri durum, sallabaş olmak illetine yakalanmaları nedeniyle aydınlıkta bile görememeleri… Kutsal buyruk bize, yanlışın önce elimizle düzeltilmesini, gücümüz yetmediğinde dilimizle karşı durmamızı söylüyor… Elimizden dilimizden hiçbir şey gelmiyorsa, kalbimizle haksızlığa razı olmamamızı söylüyor… Ya biz ne yapıyoruz? Sömürenlere çanak tutuyoruz,  sömürenlerin söylemlerini kutsuyoruz… Kutsal olan, Hak sözü… Daha kötüsü, ağzımıza bir parmak bal sürüldüğünde yan gelip yatıyoruz… Sonuç belli… “Allah’ın on pulunu bekleye dursun on kul; bir kişiye tam dokuz, dokuz kişiye bir pul. Bu taksimi kurt yapmaz, kuzulara şah olsa. Yaşasın kefenimin kefili karaborsa.” (Necip Fazıl Kısakürek)…

                Yerken azı karar, çoğu zarar… Söylerken, kendimize bir şey alırken de öyle… Çalışırken, az; çalışmayıp sadece yapılan niyaz; akıllara zarar… Dua, önce eylemde olur… ‘Armut piş, ağzıma düş.’ ile yapılan dua, dua değil, miskinlik… Dua, irademizi harekete geçirerek neticesini Hak’tan beklemek demek… Yaptıklarımızdan sorumluyuz, yapmadıklarımızdan değil… Dua, aslında böyle bir sürecin adı… Dua, her hareketimizin, çalışmamızın, sarf ettiğimiz gayretin ve emeğin Hak’la irtibatlı olması… İrtibatın eksi kutupta seyretmesi, beddua… Özbek Türkçesinin güzelliği… Özbek Türkçesinde, dua okunur… Biz dua yapıyoruz, gönüller yıkıyoruz… Okumak, güzel bir eylem… Fiili olmayan, her bir şey, bedende ve zihinde yük… Kutsal buyruk OKU ile başlıyor… “Yaratan Rabbinin adıyla oku! O insanı rahim duvarına tutunan aşılanmış bir hücreden yarattı. Oku! Rabbin sonsuz lütuf ve kerem sahibidir. Kalemle yazmayı öğreten O’dur. İnsana bilmediği her şeyi öğreten O’dur.” (Alak Sûresi)… Biz, bizi okutanlara (kandıranlara) fırsat veriyoruz, maalesef…

                Çalıştığımızın karşılığını almak, sabır ile mümkün… Aza kanaat etmeyen çoğu bulamaz… Hırs, açgözlülük ve doyumsuzluk yapmanın âlemi yok… Çalıştığımızın karşılığı olan elimizdekinden hoşnut olmuyorsak, onu yeterli bulmuyorsak, onunla yetinmiyorsak, daha fazlasını istiyorsak ve onu hor görüp geri çeviriyorsak, suçu kimsede aramayalım… Hata ve yanlış bize ait… Çoklar, azların (küçük şeylerin) birikmesiyle elde edilir… Aza karar, böyle olunca anlamlı… Hazıra konmak ve hazırı tüketmek, aymazlık… Emek verilmeyen şeyin kadir kıymeti bilinmez… Emek verdiğimizin karşılığına rıza göstermek ve şükretmek doğru olanı… Kendimizi kendimizle kıyaslamalıyız… Emeksiz ve haksız elde edilen kazanç, çok olsa, bizi bizden eder… Kanaat etmenin de doğru bilinmesi ve doğru uygulanması lâzım… Hak edilene kanat edip içinde bulunulan durumdan memnun olunması gerek… Kanaatsizlik, insanı sürekli hak etmediğini daha fazla istemeye yönlendirir…  Kanaatin akabinde şükür olmalı… Şükür, nimet ve iyiliklere karşı insanın iç dünyasının olumlu bir duyguyla dolup taşması, iyi ve olumlu olması ve insanın öncelikle kendisiyle barışık olması demek… Kanaatkâr olan, lokmasını paylaşır, malın kendisine egemen olmasına fırsat vermez… Kanaat, insanın gönül zenginliğini artırır ve iç huzurunu sağlar… Kanaatsizlik, toplumsal bir illet…  Kanaatsizlik, kendine yetememezlik… Kanaatsizlik, kapitalizmin zehirli silahı… Kanaatsizlik, yanıltıcı reklamlarla pekiştirilir, bireysel davranmanın körüklenmesiyle azdırılır… “Rızıklar denizini bir testiye dökecek olsan, ne kadarını alır? Ancak bir günlük kısmet, bir günlük su… Harislerin, dünyayı çok sevenlerin göz testileri hiç dolmaz. Sedef, kanaatkâr olmazsa içinde inci meydana gelmez.” (Mesnevî, c. I, beyt: 20-21)…

                Aza razı olmak, çoğa tamah etmemek;  âdilce olduğunda değerli… Birilerinin baskısıyla, birilerine çanak tutarak, birilerinden korkarak az ile yetinip,  çoğu, bir grup azınlığa terk etmek, zulme razı olmakla eş değer durum… Çoğu talep edip, ziyan etmek ise, mazlumun hakkını gasp etmekten farksız bir hâl… Az, azdırmamalı; çok, ziyana sebep olmamalı… Her bir şeyin ‘azı karar, çoğu zarar’, mikyasına uyulmalı… Kötü hâlden arınmanın ölçüsü belli: “Kendisine edep yüklenen kimsenin kötülükleri azalır.” (Hz. Ali)… Kullanmadığımız her bir eşya, yemediğimiz her bir gıda, giymediğimiz her bir eşya, çok aslında… Çok olanın yitirilmesi, az olanın bitmesinden daha hızlı olur, farkına varılırsa eğer… Az olan, kıymetli olandır… Çok olan, sıradan olmaya ve değerinden kaybetmeye daha yakındır… Azı, böylesine anladığımızda; az, çoktan daha önemli… Nerde çokluk, orda — mâlum… Az ve öz olmak gerek…  Nitelik, az olanda; nicelik çok olanda yoğun… Az yükle daha hızlı hareket edilir… Çok yükle, ağır hareket edilir… Heybesinde çok yük taşıyan, sığ suda batar; heybesindeki yükü az olan, derin suda batmaz… Çok yiyerek bedenimize fazlaca yüklediğimiz, hamallığını yaptığımız kilolarımız; performansımızın az olmasına neden… Az-çok ya da çok-az dengesi… Çok, çok düşündüğümüzde yararlı… Az, çok düşünüp az yaptığımızda anlamlı… Çok konuşulan hatırda kalmaz; az konuşulan hatırda kalır… İyisi mi, az-maz demeyelim… Azı, çoğaltmanın yolu; az da olsa, azı aşı paylaşmaktır; az gitmek, uz (çok) gitmek, dere tepe düz gitmektir belki de…

Söylediğimiz bir damla fikir… Damlaya damlaya göl olur; küçük bir tomurcuk gül olur… İnsan olan; kula kul olmaz, tek olan Hakk’a kul olur; ham iken pişer, pişince yanar, yanınca kül olur… Kül olunca, her bir şey gülistan olur… Selam, sevgi ve saygılarımla.




Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *