TEVÂZU…

1055

Tevâzu, alçakgönüllülük, insanın kendini büyük görmemesi ve başkalarını da değerli bulması… Tevâzu, kişinin kendi yeteneklerinin ve başarılarının farkında olup, bunları abartmadan, diğer insanların da aynı değeri taşıdığını anlayarak davranması… Tevazu, insanı büyüklenmeden kendini normal yani sıradan biri gibi görmesi ve yüksekten uçmaması… Tevâzu; Hak karşısında hiçliğinin idrâkine erebilmek… Tevâzu sahibi, mütevazı olan… Mütevazı olan, hak bir şey söylendiğinde onu kabul edendir; başkalarını, kendinden üstün bilip kibirden arınandır…

   Tevazu sahibi olmak, insan olabilmenin, insan kalabilmenin gereği…  Tevazuda aşırıya gitmek, kibirli olmanın maskesi… Kibir, insanı kendince geçici bir süre yüceltirken, insanlar nezdinde alçaltan tavır… Kibir, hastalıklı bir düşünce tarzı… Kibir, insanın sanki başkalarından üstün bir özelliğe sahipmiş gibi davranması… Hayatımızda sahip olduklarımızı,  bir gün ölüm geliyor, her bir şeyi ardımızda bırakıyoruz… Sahip olduklarımız sürekli el değiştiriyor… Mütevazı olmamızın gereğini özetleyen söz: “Ana rahminden geldik pazara… Bir kefen aldık döndük mezara. – Bu dünyaya gelen kişi; ahir yine gitse gerek. Misafirdir, vatanına; bir gün sefer etse gerek. – İnsanoğlu bir fener…  Akıbet bir gün söner. Harap olmuş bir kalbi tamir etmektir hüner. – Mâl ü mülke olma mağrûr, deme var mı ben gibi? Bir muhalif yel eser, savurur harman gibi! Kimseye bâkî değildir, mülk-i dünya sîm ü zer(gümüş ve altın)… Bir harap olmuş kalbi tamir etmektir hüner… – Gelin tanış olalım… İşi kolay kılalım. Sevelim sevilelim… Dünya kimseye kalmaz… – Mal sahibi mülk sahibi, hani bunun ilk sahibi? Mal da yalan, mülk de yalan, var biraz da sen oyalan.” (Yunus Emre)… Hak buyruğu: “Sana tâbî olan müminlere alçakgönüllü davran!” (eş-Şuara, 215)

                Akıllı kimsenin mertebesi, makamı, statüsü yükseldikçe tevazu hâli de artar… Kibir, gösteriş budalasının sığındığı kapıdır… Tevazudan uzaklaşan, egosuna (nefsine) teslim olandır… Kutsal öğreti net: “İşte âhiret yurdu! Biz onu yeryüzünde böbürlenmeyi ve bozgunculuğu arzulamayan kimselere veririz. (En güzel) akıbet, takvâ sâhiplerinindir.” (el-Kasas, 83)… Tevazu hâlini yok eden zehir, övünmektir… Kadim medeniyetimizden tevâzu misalleri… Yavuz Sultan Selim Han, 15 Şubat 1517’de Memlûklular’ın sarayına girişi… Halk, Yavuz’un ihtişâmını seyretmek için sokaklara dökülmüşler… Yavuz’un elbiselerinin ve kavuğunun, yanındakilerden farklı olmadığını, önüne bakarak mütevazı bir şekilde yürüdüğünü görmüşler… Sonrasında, Yavuz Sultan Selim Han, Mısır Seferi’nden İstanbul’a dönüşte Üsküdar’a gündüz vakti ulaşmış… Yavuz, İstanbul halkının, kendisine büyük bir tezahürat yapacağını haber almış, lalası Hasan Can’a: “Hava kararsın, herkes evlerine dönsün, sokaklar boşalsın, ben ondan sonra İstanbul’a gireyim. Fânîlerin alkışları, zafer tâkları ve iltifâtları, bizi gururlandırmasın…” demiş ve Hasan Can’a şu beyti söylemiş: “Pâdişâh-ı âlem olmak, bir kuru kavga imiş… Bir veliye bende olmak cümleden a‘lâ imiş…”… Mimar Sinan’ın tevazusu… Osmanlı’nın mimarideki dehâsı Koca Sinan, Süleymaniye Camii’nin kıyamete dek ayakta kalması için bütün gayretini sarf etmiş, meşhur ve muhteşem abidelerine rağmen hiç gurur ve kibre kapılmamış; mühür ve imzalarında kendisi için Ser-Mîmârân-ı Hâssa tâbirinin yanında ‘Mûr-i Nâtüvân’ (güçsüz karınca) ‘el-Fakîrü’l-Hakîr’ ifâdelerini kullanmış… Selimiye Câmii tamamladığında,  adının kitâbeye yazılması teklifine, Mimar Sinan: “Ben kim oluyorum ki Allah’ın evine ismimi koyayım…” diye cevap vermiş… Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan yıkılışına kadar her cuma selâmlığında, askerler tarafından padişaha söylenen söz: “Mağrur olma padişahım, senden büyük Allah var!”…

Kadim medeniyetimizde tevazuyu dillendiren bilindik sözlerYeryüzünde sakın azametle yürüme, gurur sebebiyle insanlardan yüz çevirme! Mütekebbir (gururlu ve kendini beğenmiş) ve mağrur olandan Allah nefret eder! Hareketlerinde mütevazı ol, hafif sesle konuş! Kibir, cehaletten ileri gelir, âlim asla mağrur olmaz. Tevâzu, insana asalet verir. Bahar mevsiminde bir taş yeşerir mi? Toprak gibi mütevazı ol ki senden renk renk güller ve çiçekler yetişsin! Mütevazı insan, cömerttir. Cömert insan, merhametlidir. Merhametli insan, her canlıyı sever… Tevazudan uzak bir kimse, bütün güzelliklerden mahrumdur. Mütevazı insan, idrâk ve feraset sahibidir, dost ve düşmanını kolayca tefrik (ayırt) eder. Gerçekten, insanın, gönlü verimli toprak gibidir; kalbindeki güzellikler, insanlara ve diğer canlılara sirayet eder… Kibirli (mağrur) insan ise, kendini dev aynasında görür. Kibirli olan için, çevresindekilerin eleştirileri ve uyarıları değersizdir… Kibirli insan; malına, makamına, nüfuzuna güvenir…  Kibirli insan, teşekkür edebilme engellidir… İnsanı, insan olmaktan çıkaran; kibirdir, kıskançlıktır, cimriliktir, açgözlülüktür, nankörlüktür, bencilliktir, gösteriştir… Biri kimsenin, bir kimseyi küçük görmesidir; kibir… Bir bireyin, ilim, meslek, mevki gibi hususlarda kendisinden daha aşağı durumda bulunan birine karşı tevazuda aşırıya kaçması ise zillete dönüşür… Tevazuda aşırılık, kibirdir… “Fazla tevazu göstermeyin; tevazunun fazlası cahilden nasihat dinlemektir.” (İbn-i Haldun)…  Kişinin yüzüne yapılan övgü, doğru değil; övgü yapılan kişiyi tevazudan uzaklaştırır… Doğru olan, kişinin yüzüne hataları, yanlışları; arkasından ise doğru yaptıkları söylenmeli… Birinin tevazu ile kibir arasında gelgitleri yaşamasına neden durum, tevazuda ölçünün kaybedilmesi v e kibir girdabında boğulmasıdır…

Kişiye bir övgü yapıldığında, “Yok canım ne alakası var, kim olsa benim gibi davranırdı” şeklinde karşılık vermesi, bazı durumlarda karşı tarafı zor durumda bırakabilir… Asıl mesele, tevazuda ölçülü olabilmektir… “Rahman’ın has kulları o kimselerdir ki, yeryüzünde tevazu ile yürürler…”(Furkân, 25/63)… Kendisini kıymetli bilen, tevazudan nasibi olmayandır… Tevazu, bir ikbal (şöhret) hırsı da olmamalı… Yoksa tevâzu ile yapılan güzel işlere bakıp, insanın kendini beğenmeye başlaması kibre kapı aralar… İyilik ve tevazu, birbirini tamamladığında kâmil (olgun) insan olunur… Kendi değerimizi abartmadan yaşamasını bilerek, gerçek mutluluk elde edilebilir… İyi olmak yetmez, iyiliğin kötülüğe galebe gelmesi için çalışmak gerekir… “İnsanın en büyüğü, en yüksek yerde iken alçak gönüllü olan, kudret sahibi iken bağışlayan ve güçlü olduğu vakit adaletli davranandır.” (Hz. Ali)… Gerçekten, bir insanın değerini anlayabilmek için, onun kendisinden aşağı seviyede olan kimselerle olan ilişkilerine bakmak lâzım… Hz. Mevlana’nın dediği gibi; ‘merhamette güneş gibi; cömertlikte akarsu gibi; tevazuda toprak gibi; ayıpları, kusurları örtmekte gece gibi’ olmak lâzım… Kimseyi küçümsememeliyiz; küçümsediğimiz her şey için gün gelir, bedel öderiz…

Mütevâzi olan kazanır, kibirli olan kaybeder. Eş-dost, akrabayı, bilge kimseleri ziyaret etmemek kibirdir; fakirleri ziyaret, tevâzudur… İşin özü; hastalarla birlikte oturmamak, doğru sözü kabul etmeyip, münakaşa etmek, kusurunu bildirenlere teşekkür etmemek, yoksulun davetine gitmemek kibirdir… Selam, sevgi ve saygılarımla.




Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *