HER ŞEY YOLUNDA MI? 

1111

Her şey yolunda mı? ‘Yolunda’ dediğimiz an, bir aksama, aksaklık her an karşımızda… Eksiklik, insan olmanın, sürekli ve sürdürülebilir eğitime ihtiyaç duymamızın gereği… Bu; pişmek, yanmak, kül olmak… Sürekli ve sürdürülebilir değişim,  eksik olunduğunun göstergesi… Her şeyin yolunda olmaması, masanın dağınık olması, kitap sayfalarının buruşuk olması; aslında bir nimet… Her şey yolunda olunca, ne üzülmenin ne sevinmenin anlamı ve değeri olabilir… Masanın dağınık olması, çalışıldığının kanıtı… Kitap sayfalarının buruşuk olması, kitabın okunduğunun göstergesi…

İşler yolunda gitsin diye, kılı kırk yaranlara, saçını süpürge edenlere selam duyalım… Saçını süpürge etmek hikâyesiMâlum, eskiden kadınlar saçlarını topuklarına kadar uzatırlarmış… En uzun saç da en güzel saç kabul edilirmiş… Kadın, evini süpürmek için yere eğilince arkasındaki çift örgülü saçları yere değermiş ve bir süpürge gibi her yeri öpermiş… Kadın, saçını süpürge edermiş… ‘Saçını toplasın o hâlde’, diyenlerimize ‘hele sakalımız ak olsun, aksakalımız olsun, sözümüz dinlenir belki’ diyelim, gülümseyelim… Öyle ya, aksakallılarımıza danışmadan işler yolunda gitmez… Bir bilene sormak, hazırcılık ve kopyacılık olmamalı… Bir bilene sormak, araştırmanın, sormanın ve sorgulamanın bir basamağı olmalı… Teyit edilmeyen bilgi, bir bilene sorulunca da, teyit edilmiş olmaz… Bilginin ve haberin doğruluğu ve geçerliliği; referansa, belgeye ve bilimsel verilere göre değerlendirilmeli… Gerçekten her şeyin yolunda gitmesi, yolunda olması buna bağlı… İşlerin yolunda gitmesi, işlerin kebap olması… İşleri kebap olanlar, vurdumduymaz olanlar, mutlu azınlık… İşleri kebap olanlar, başkalarının sırtından geçinenler,  işlerini sömürü üzerine konuşlandıranlar… Elbette böyleleri için her şey yolunda… Birileri yolunacak kaz olduğu müddetçe, böyleleri, işlerini, isteklerini her bir kimseye kolaylıkla mobbing marifetiyle yaptırabilmekteler… Adı her ne olursa olsun sömürü odaklı mobbing uygulamaları, büyük çoğunluğun işlerinin yolunda olmamasına neden durum… Hazin olan, demokrasi adına mutlu azınlığa bu fırsatın çoğunluk tarafından parmak hesabıyla verilmiş olması… İnsan merkep olmayagörsün, üstüne binen çok olur… Bu berbat durumdan kurtulmanın yolu, oyunun bir parçası olmamaya bağlı… Oyun kurucu olamadıkça top gibi oynanmaya devam… Oyun kurucu olmak, suyun başında olmak demek… Su akarken testi doldurulur! Doldurulan testiler toplum yararına ise sorun yok, her şey yolunda olur… Doldurulan su testisinin, kırılmadan su ihtiyacı olan herkese ulaştırılabilmesidir, aslolan…

İşler kimin için yolunda?  Gerçek; bir avuç insan müsveddelerinin işlerinin kebap, geriye kalanların hâllerinin harap olması… Etrafımızı saran haramilerden kurtulmadan, işler yolunda olamaz… Durum gerçekten son derece vahim… “Allah’ın on pulunu bekleye dursun on kul; bir kişiye tam dokuz, dokuz kişiye bir pul. Bu taksimi kurt yapmaz kuzulara şah olsa; yaşasın, kefenimin kefili karaborsa!” (Necip Fazıl Kısakürek)… Tuzu kuru olanlar, elbette, bütün bu çarpıklıkların dillendirilmesinden hoşnut olmazlar… Tuzu kuru olanların (hiçbir derdi ya da sıkıntısı olmayanların, kazancı yerinde olanların) kaygı duymaması belki normal… Maddî anlamda herhangi zorluk çekmeyenler ve rahat olanlar, tuzu kuru olan bu kişiler, tuzun koktuğu gün ne yapacaklar acaba? İşte o zaman, tuzu kuru olanların, işleri yaş olacak… ‘Tuzu kuru’ deyiminin hikâyesi… Yalıtım sistemlerinin olmadığı dönemde, 2-3 katlı binalarda yaşayan insanlardan hâli vakti yerinde olanlar, üst katlarda yaşarlarmış… Üst katlarda nem rutubet sorunu pek olmazmış… Alt katlarda yalıtım yeterli olmadığından nem sorunu olurmuş ve nemli ortamda mutfakların vazgeçilmezi tuzun kuru olması da mümkün değilmiş… Üst katta yaşayan insanlar, bu sorunu yaşamazlarmış… Bu sebeple üst katta oturanlara ‘tuzu kuru’ yakıştırması yapılırmış… Tuzu kuru olanın, yaşarken nemden ve rutubetten uzak olması, öldükten sonra da nemden ve rutubetten uzak olacağının garantisi değil… Öyle bir yaşayalım ki, ölmeden ölelim; ancak hep diri kakalım… “İnsan üç beş damla kan, ırmak üç beş damla su; bir hayata çattık ki, hayata kurmuş pusu. Geldi ölümlü yalan, gitti ölümsüz gerçek; siz, hayat süren leşler, sizi kim diriltecek?” (Necip Fazıl Kısakürek)… ‘İşler tıkırında, vur patlasın, çal oynasın.’ diyenler, vurup da kendileri patladığında ve çalıp çırptıklarında; tren gitmiş olacak… Maksatsız, günü gün ederek yaşamak ve her anı ziyan ederek doğum ve ölüm arsında zikzak ederek var olmaya çalışmak… Sonra, bizi titreten bir siren sesi ya da bir ezan sesi… İki ezan arasında geçen hayatın son bulması… Doğduğumuzda kulağımıza okunan, namazı olmayan ezan sesi… İkinci ezan, öldüğümüzde! Sonrası, sessizliğin sesi… Toplumdaki mutsuz çoğunluğun ve mutlu azınlığın sesi… Hangi sese kulak verdiğimiz, hangi yola baş koyduğumuzla ilintili… Kim kime, dum duma olduğunda (kimsenin kimseyle ilgilenmediği, her şeyin çok karışık bulunduğu bir durumda) iş işten geçmiş, biz de bizden geçmiş olacağız… Böylesi bir durumda, tuz olmayacak, olsa da tuz kuru olmayacak…

Mutluluklarını başkalarının mutsuzlukları üzerine kuranların, konuşlandıranların tuzu kuru olsa ne yazar? Bu, tuzu kuru olanların tuzunun kokmasıdır… Her şeye rağmen, hâlâ işler yolunda diyebiliyorsak ne âlâ… İşlerin yolunda olmasını sadece birkaç duaya havale etmek ise, bağnaz olmanın alâmeti… Kavlî dua (sözle yapılan dua); Yaratan ile yaratılan arasındaki iletişimdir, yöneliştir, çağırmaktır, seslenmektir, istemektir, yardım talep etmektir… Fiilî dua (eylemle yapılan dua); sebeplere müracaat etmektir, çalışmaktır… Meselâ, çocuk sahibi olmak için evlenmek, fiilî bir dua… Başarılı olmak için çalışmak, fiilî bir dua… Topraktan mahsul almak için tarlayı sürmek, sulamak, tohumlamak, ekip biçmek fiilî bir dua… Dua, ‘armut piş, ağzıma düş’ değil! Dua elleri açıp istemekten ibaret değil! Dua, istediğinin gerçekleşmesi yolunda çaba ve emek sarf etmektir; tefekkür etmektir, zikretmektir ve şükretmektir… Ne mi yapılmalı, nasıl mı yaşanmalı? Öncelikle, Hacı Bektaşi Veli’nin ifadesiyle “Eline, beline, diline hâkim olan; aşına, işine, eşine sahip olan; eli açık, gönlü açık, sofrası açık olan; ayıpları örten, sırları tutan, öfkesini yutan” olunmalı… Canlara can olunmalı… Memleket yolunda, gariplerin yolunda, erenlerin safında sırtında yük taşıyanların yolunda, yola düşüp yolda kalmışların yanında olunmalı, onlara yoldaş olunmalı ve canların dertleriyle dertlenilmeli… Konuşulduğunda ve yazıldığında, doğru olan söylenmeli… Söz verildiğinde, söz yerine getirilmeli… Emanete riayet edilmeli…

İyilik yapmak; yemediğimizi içmediğimizi beğenmediğimizi paylaşmak değil, yaptığımız iyiliği başa kakmak hiç değil… Hülâsa, nefisler, nefsimize tercih edilmeli; dua bile önce başkalarının iyiliği için yapılmalı… Her şeyin yolunda gitmesi, bizim ne kadar doğru yolda olduğumuza, kavlî ve fiilî duayı nasıl yaptığımıza ve davranışımıza bağlı… “Dua, dua, eller karıncalanmış; yıldızlar avuçta, gök parçalanmış. Gözyaşı bir tarla, hep yoncalanmış…” (Necip Fazıl Kısakürek)… Selam, sevgi ve saygılarımla.

Kanalımı takip etmeniz dileğiyle…  https://bit.ly/muzafferceven




Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *