Birleşmiş Milletler (BM, UN –United Nations), 1945 yılında dünya barışını ve güvenliğini sağlamak, uluslararası iş birliğini teşvik etmek ve insan haklarını korumak amacıyla kurulmuş… Ancak, yıllar içinde BM’nin yapısı ve işleyişi, zamanla güçlü devletlerin çıkarlarına hizmet eden bir araca dönüşmüş âdeta… Birleşmiş Milletler, güvenlik konseyinin değişmez daimî üyeleri olan ülkeler (ABD, Rusya, Çin, İngiltere ve Fransa) nedeniyle, diğer ülkeler, aslında, birleşmemiş milletlere üye durumundalar ve Birleşmiş Milletler’de konu mankeni konumundalar… Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin (BMGK) daimî üyeleri olan beş ülkenin (ABD, Rusya, Çin, İngiltere ve Fransa’nın), dünya nüfusunun geri kalanının adeta yok sayıldığı ayrıcalıklı konumu, küresel adâletin olmadığının kanıtı… Elbette, birleşmemiş, birleşememiş milletler oldukça bu çarpıklık ve sömürü düzeni devam edecek… Bu çarpıklığı dile getiren en güzel tespit, ‘dünya beşten büyüktür’ sözü… Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından küresel platformlarda sıkça dile getirilen bu söz ve gerçek, uluslararası sistemin adaletsizliğine dikkat çeken güçlü bir slogan hâline gelmiş durumda…
Dünyada 195 ülke var… Bu ülkelerden 193’ü Birleşmiş Milletler üyesi; diğer iki ülke Vatikan ve Filistin ise gözlemci statüsünde… 193 üye ülke (https://www.worldometers.info/united-nations/), BM Genel Kurulu’nda eşit temsil haklarına sahip… 2. Dünya Savaşı sonrası barış ve güvenliği sağlamak amacıyla kurulan BM’nin en güçlü organı, Güvenlik Konseyi (BMGK)… 15 üyenin yalnızca 5’i daimi üyelik statüsüne sahip… Beş ülkenin veto hakkı var sadece… Herhangi bir kararın uygulanması, tek bir vetoyla engellenebilmekte maalesef… Bu yapı, 2. Dünya Savaşı’nın galipleri tarafından şekillendirilmiş… Bu çarpık yapının ivedilikle düzeltilmesi, birleşemeyen milletlere bağlı… BMGK’nın bu âdil olmayan veto hakkı, sadece beş daimî üyenin çıkarlarına hizmet etmekte; uluslararası barış ve güvenlik meselelerinde çözümsüzlüğe neden olmakta ve sorunların katlanarak devam etmesine yol açmakta… ABD’nin İsrail lehine veto kullanması, Filistin’deki soy kırımının durdurulmasına engel… Rusya ve Çin’in veto hakkını Esad rejimini desteklemek için kullanması, Suriye’de barışa engel… Rusya’nın kendi eylemlerine dair kararları veto etmesi, Ukrayna’daki savaşın sona ermesine engel… Çin’in veto hakkı, Doğu Türkistan’da yaptığı soykırımın sonlandırılmasına engel… Veto hakkı, yalnızca daimî üyelerin çıkarlarını korumaya yönelik bir araç… Birleşememiş ülkelerin sesi çıkmalı ki, bu çarpık yapı sona ersin… Her bir ülke, elini taşın altına koymalı ki, sömürü bitsin ve sorun çözülsün… Dünya, beşten büyük elbette… Her bir ülke, ya diğer ülkelerle birlikte birleşerek büyük olacak ya da beş ülkenin pazarı olmaya devam edecek… Çözüm bu kadar basit… Bu gücün ilk adımı, Türk Devletleri Teşkilatı (TDT, OTS – Organization of Turkic States)… Gerçekten, her haksızlığın ve sömürünün tek çaresi, birlik, beraberlik ve birlikte harekete edebilmek… BM Güvenlik Konseyi’nde değişiklikler yapılması şart… Daimî üyelik sistemi değişmeli… Bütün kıtalardan, Afrika’dan, Ortadoğu’dan, Latin Amerika’dan ve Güney Asya’dan ülkeler, konseyde olmalı… Veto hakkı kaldırılmalı veya sınırlandırılmalı, sadece olağanüstü küresel sorunlarda kullanılabilmeli… Aksi takdirde yakın gelecekte, BM ve Güvenlik Konseyi, meşruiyetini ve etkinliğini kaybetmeye mahkûm… Âdil, kapsayıcı ve sürdürülebilir bir küresel düzenin inşası, belirli ülkelerin değil, birleşememiş ülkelerin ve tüm insanlığın birlikte ortak sorumluluklarını ve gereğini yerine getirmeleriyle mümkün… Birleşmiş Milletler, adalet, barış ve güvenlik için; BM Daimi Güvenlik Konseyi ise, beş ülkenin büyüklüğünü tescil için kurulmuş! Dünyada daha eşitlikçi bir düzene olan ihtiyaç, yadsınamaz bir gerçek… BMGK’de reformların gerçekleşmesi, güçlü siyasî irade ve mevcut daimî üyelerin özverisine bağlı… Mevcut yapı reforme edilmezse, BM’in etkisi yakın zamanda tamamen yok olacak ve BM, ‘Birleşememiş Milletler’e dönüşecek gibi…
Geleceğin uluslararası düzeninde, bugünkü BM’nin çarpık düzenine yer yok… Şayet BM, kapsayıcı ve âdil bir yapıya kavuşamazsa, yeni ve daha demokratik bir uluslararası sistem arayışı kaçınılmaz olacak… Geleceğin Birleşmiş Milletler yapısı nasıl mı olmalı? Âdil ve dengeli olmalı… Âdil olmanın gerekliği üzerine söylenenler: “Haksızlığı aramak için lamba kullanmak gerekmez.” (Socrates)… “İnsan, insanın efendisi olamaz. Âdil olmayan millet hür de olamaz.” (E.D. Sieys)… “Zayıfların hakkını korumak için konuşmayanlar, köledir.” (Lovell)… Birleşmiş Milletler’in yapısı ve işleyişi yeniden düzenlenmeli… İşleyiş, daha dengeleyici yapının olmasıyla mümkün… BM’nin yapılacak reformlarla, büyük devletlerin aşırı güçlü olmasının önüne geçilmeli ve tüm üye ülkelerin eşit bir şekilde söz hakkının olması sağlanmalı… BM’nin sürdürülebilir kalkınma amacı ve israfsızlık konuları üzerinde yoğunlaşması, geleceğe daha sağlıklı bir dünya bırakmak için önemli… BM’nin uluslararası hukuku ve adâleti esas alması, barış ve güvenin artırılması için gerekli… BM’nin yeni teknolojileri ve inovasyonu (yenilikleri) benimseyerek, daha etkili ve hızlı bir şekilde dünya sorunlarına karşı müdahale edebilmesi elzem… Zulüm ile abat olunmaz, baskı ile kalıcı refah ve huzur sağlanamaz… Bugünün güçlü devletlerinin yarının güçsüz devletlerine dönüşmeyeceğini kim garanti edebilir? Tarihten ders almayanlar, bir gün tersyüz olurlar… Geleceğin dünyası, birleşemeyen milletlerin, kendi güçlerinin farkına varmalarıyla düzelebilir… Bir elin, milletin nesi var, birleşen ellerin, milletlerin gücü var! Birleşmeyen, birleşemeyen milletlerin gücü harekete geçirildiğinde neler mi olur? Kalıcı barış ve güvenlik olur… Her bireyin ve ulusun barış içinde yaşayabildiği, çatışma ve savaşların olmadığı bir dünya olur… İnsanlar arasında ve ülkeler arasında güvenin ve iş birliğinin ön planda olduğu bir ortam olur… Eşitlik ve adâlet olur… Herkesin eşit haklara sahip olduğu ve adaletin sağlandığı bir dünya olur… Hiç kimsenin ırkı, cinsiyeti, dini, dili veya sosyal statüsü nedeniyle ayrımcılığa uğramadığı bir dünya olur… Sürdürülebilir kalkınma olur… Doğal kaynakların âdil ve sürdürülebilir bir şekilde kullanıldığı, çevrenin korunduğu ve gelecek nesillere sağlıklı bir hayat sağlandığı bir dünya olur… Yenilenebilir enerji kaynaklarına yönelimin teşvik edildiği, doğanın ve ekosistemlerin korunduğu bir hayat olur… Eğitimin ve bilimin öncelikli olduğu bir dünya olur… Her bireyin kaliteli ve erişilebilir eğitim imkânlarına sahip olduğu, bilimsel araştırmaların desteklendiği ve teknolojiye erişimin âdil bir şekilde dağıtıldığı bir platform olur… İnsanların sağlık hizmetlerine kolayca erişebildiği ve refah içinde yaşadığı bir dünya olur… Temel ihtiyaçların (beslenme, barınma, sağlık) karşılanabildiği kaliteli bir hayat olur… Farklı kültürlerin ve geleneklerin zenginliğiyle harmanlanmış, hoşgörünün ve karşılıklı saygının hâkim olduğu bir dünya olur… İnsanların, farklılıklarından öğrenip zenginleştiği, kültürel mirasın korunduğu bir dünya olur… Yeter ki, birleşmemiş, birleşememiş milletler birleşsin, birleşebilsin…
Hırsızın suçunu kanıksayan, olağanlaştıran ev sahibi, hırsızdan daha suçlu… Birleşmemiş milletler, birleşen milletlerin yaptıklarından da sorumlu aslında… Konu mankenliği yapılarak, işlenen suçlara seyirci kalmaktır bu… Birleşemeyen çoğunlukların, birleşen azınlıkların çıkarlarına çanak tutmaları, affedilemez hâl… Filistin zulmüne, Doğu Türkistan’daki soykırıma kılı kıpırdamayanların gücü, İsrail’in ve Çin’in gücünden çok mu az? Birleşemeyen küçükler, birleşen birkaç büyüğün oyuncağı olurlar… Emperyalistlerin sözüm ona dünyaya demokrasi dersi verdikleri uygulamalardan ders alamayanlara daha ne söylenebilir ki… İllâ ateş elimizi yakınca mı (Suriye-Irak-Libya gibi olunca mı) uyanacağız? Ateş elleri yakınca, birleşecek eller de kalmaz… Selam, sevgi ve saygılarımla. https://bit.ly/muzafferceven kanalımı takip etmeniz dileğiyle…