İNSAN DÜDÜK OLURSA…

1108

İnsan, düdük olursa, öttüreni çok olur… Dilli düdük olur… Dilli düdük, geleneksel Türk müziğinde önemli bir yere sahip olan üflemeli bir çalgı aleti (enstrüman)… Dilli düdük, adını üzerinde bulunan dil şeklindeki metal bir parçadan almakta ve farklı kültürlerde değişik isimlerle bilinmekte… Dilli düdük, Anadolu’nun çeşitli bölgelerinde, özellikle Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu’da yaygın olarak kullanılmakta… Dilli düdük, genellikle ağaçtan yapılan ve yaklaşık 30-40 cm uzunluğunda olan, üzerinde 6 veya 7 delik bulunan, bu deliklerin açılıp kapanmasıyla farklı tonlarda sesler elde edilen, dil kısmı çalgının üfleme kısmında yer alan ve bu parça sesin titreşimlerle üretilmesini sağlayan, dilin titremesiyle, düdüğe karakteristik bir tın kazandırılan enstrüman… Dilli düdük, Türk halk müziğinde ve düğünlerde sıkça kullanılır… Dilli düdüğün sesi, insan sesine yakınlığıyla bilinir ve bu özelliği sayesinde halk arasında büyük beğeni toplar… Çobanların ve halk ozanlarının da sıkça tercih ettiği dilli düdüğü çalmak, belirli bir üfleme tekniği gerektirir. Doğru sesleri elde edebilmek için üfleyenin nefes kontrolünü iyi yapması ve parmaklarını doğru bir şekilde kullanması gerekir. Deliklerin doğru bir şekilde kapatılması ve üfleme şiddetinin ayarlanmasıyla, dilli düdükten geniş bir ses yelpazesi elde edilebilir. Bu teknikler, zamanla ve pratikle geliştirilir. Günümüzde dilli düdük, sadece geleneksel müziklerde değil, modern müzik türlerinde de kullanılmaya başlanmış… Konservatuvarlarda ve müzik okullarında dilli düdük eğitimi verilmekte… Dilli düdük, hem tarihsel hem de kültürel açıdan büyük bir öneme sahip… Dilli düdüğün sesi ve yapısı ile diğer üflemeli çalgılardan ayrılır ve Anadolu müziğinin vazgeçilmez bir parçası olarak öne çıkar. Geleneksel müziğin modern müzikle harmanlanması sayesinde, dilli düdük gelecekte de müzik sahnesinde varlığını sürdürecek gibi… Dilli düdüğün korunması ve yeni nesillere aktarılması, kültürel mirasımızın yaşatılması açısından büyük önem taşımakta…

Çalgı aleti olarak dilli düdük, güzel… Ağzı laf yapan, iletişimi çarpıtan, derdi dedikodu olan, çokbilmiş, malumatfuruş olan, dilli düdük diye bilinen; toplumu zehirleyen ise son derece kötü… Hangi dilli düdük, demeye gerek var mı? Mâlum, ‘malumatfuruş’ kelimesi, Türkçede ‘bilgiçlik taslayan’ veya ‘çok bilgi sahibi olan, fakat bu bilgiyi gösteriş amacıyla kullanan’ dilli düdük anlamında… Malumatfuruş, belirli bir kişilik tipini tanımlamak için tercih edilen kavram… ‘Malumatfuruş’, ‘malumat’ (bilgi) ve Farsça kökenli ‘furuş’ (satıcı, gösteriş yapan) kelimelerinin birleşiminden oluşmuş… Malumatfuruş, bilgi sahibi olan kişilerin bu bilgiyi gereksiz yere sergileyerek kendilerini öne çıkarma çabalarını eleştirmek için kullanılmış… Malumatfuruşluk, bir bireyin bilgi veya entelektüel birikimini başkalarına gösterme çabası… Malumatfuruşluk: özgüven eksikliğidir, kendini kanıtlama ihtiyacıdır ve sosyal kabul arayışıdır… Malumatfuruş olan, çevrelerindeki insanları etkileyerek onlardan onay ve takdir bekler… Malumatfuruş olanın tutumu, çoğu zaman ters teper ve samimiyetsizlik olarak algılanır… Toplum içinde akademik çevrelerde, iş hayatında veya gündelik sohbetlerde, malumatfuruş, kolaylıkla fark edilir… Malumatfuruşluk, bazı durumlarda sosyal statü kazanma veya koruma aracı olarak kullanılabilir… Ancak her hâlükârda, malumatfuruş, sosyal çevrede olumsuz bir etki oluşturur, bilgiçlik taslayan biri olarak görülür… Bilgiye erişimin kolaylaşmasıyla, malumatfuruşluk da farklı bir boyut kazanmış… İnternet ve sosyal medya, bilgi paylaşımının hızla yayılmasına yol açmış, aynı zamanda bu bilgiyi gösteriş amaçlı kullanma eğilimlerini de artırmış… Özellikle sosyal medya platformlarında, bilgi sahibi olduğunu göstermek ve dikkat çekmek isteyen kişilerin sayısı artmakta…

Ya öğreten/âlim, ya öğrenen, ya dinleyen ya da bunları seven ol. Sakın beşincisi olma (ilme ve ilimle meşgul olanlara nefret duyma), helâk olursun!” (Hadis-i Şerif)… Aydın olabilmek için her konuda net görebilmeye çalışmak ve detaylı düşünmek gerekir… “Aydın olmak için önce insan olmak lâzımdır.” (Cemil Meriç)… Cemil Meriç’e göre; “Tanzimat’tan bu yana Türk aydının alınyazısı iki kelimede düğümleniyordu: aldanmak ve aldatmak.”… Sorun, gerçekten eğitime dair… Eğitimli olan, kendi toplumunu dışlamayan, kendi toplumuna tepeden bakmayan, kendi insanıyla hemhâl olan yerli ve millî olan; işçidir, esnaftır, siyasetçidir, mühendistir, doktordur, mimardır, öğretmendir, avukattır, yazardır, sanatçıdır, akademisyendir… Eğitimli olan, insaf ve izan (anlama becerisi) sahibidir… Eğitimli olan, eleştiriyi önce kendinde yapandır… Eğitimli olan, sonuna kadar dinleyendir, karşısındakine saygılı olandır, teyit edilmeyen bilgiyi aktarmayandır… Siyasî görüşlerimizin farklılığı bir zenginlik olmalı; birbirimizi hâkir görmek ve tahammülsüzlük olmamalı… Kendi gibi düşünmeyenleri küçük görmek hastalığı, insanın çapını yansıtır… Her şeye rağmen çaptan düşmeden, çaplı davranıp “Dostumuza da düşmanımıza da hürmet etmeyi, onun çapını doğru tayin etmeyi bilmeliyiz.” (Necip Fazıl Kısakürek)… Hakaret ve küfürle, yaftalamayla, alıntı sözlerle, sloganlarla, karşı fikri yok sayarak ve kendi söylemlerini her konuda bozuk plak gibi terennüm ederek bir yere varılamaz… Meselâ, çevremizin, yaşadığımız yerin sorunlarını konuşurken ya da yazarken, iktidar veya muhalefeti hedef alıp sözün içine etmenin âlemi yok… Bu, ucuz davranış tarzı lafebeliği/lafazanlık/demagoji… Bu, küfre kapı aralayan yaklaşım… Demagoji, bir kimsenin veya birilerinin hislerini tahrik ederek, kamçılayarak, okşayarak, kişi ya da kişilere gerçekdışı şeyler söyleme hokkabazlığıdır, gerçekleri çarpıtmadır… Ağzı laf yapmaktan ibaret iletişim çarpıklığı, iletişimde bir sonraki adım olan fikr-i küfriyi başrole taşır… Kafamızda zaten yargılayıp karar hâline dönüştürdüklerimize ve dogmalara/doğru diye öne sürülen öğretilere göre kendimizi kilitlediğimiz bu durum, farklı söylemlere hayat imkânı tanımaz… Tahammülsüzlük girdabına sürükler konuşanı, dinleyeni, okuyanı ve yazanı… Ucuzcu yaklaşımlara avans vermeden, fikir çilesi çekilerek elde edilecek bize bizlik katacak sözlerin veya yazıların kalitesiyle başımız ağrısın, razıyız… Söylemeden ve yazmadan önce, sabırla anlamak için dinlemeliyiz ve okumalıyız; muhatabımızı incitecek davranışlardan ve üsluptan sakınmalıyız… “Söz dediğin yaş deridir, nereye çekersen oraya gider.” (Atasözü)… Bilmeliyiz ki “Aslında herkes kendi çapında mükemmeldir fakat kiminin çapı tamdır, kiminin ise hayatı beyninin yarıçapı kadardır!” (Tolstoy)… Bir işe başlamadan önce, her birimiz kendi çapında, Türkiye çapında ve dünya çapında büyük düşünmeliyiz; analiz ederek, araştırarak, teyit edilen bilgiyi ve referansı dikkate alarak, çaptan ve gönüllerden düşmeden gereğince yapmalıyız… Çalışma gücümüzü yitirmeden, verimimiz tükenmeden çapımızı ve çevremizi korumalıyız; çabalarımızı sürdürmeliyiz… Ateş olsak, cirmimiz (cüssemiz, hacmimiz, gövdemiz, ebadımız, çapımız) kadar yer yakarız, sahibi olduğumuz mal-mülk-servet-makam kudreti kadar değil! Cürmümüz (suçumuz, kabahatimiz, kusurumuz, hatamız, yanlışımız) ne olursa olsun, insan olabiliyorsak, yeni ve temiz başlangıçlar yapabiliriz…

İnsan, düdük olursa, aklını kullanamaz, başkalarının öttürdüğü bir araç hâline dönüşür…  Meydanı düdüklere bırakmamak, insan olmanın ve insan kalabilmenin gereği… Selam, sevgi ve saygılarımla. https://bit.ly/muzafferceven kanalımı takip etmeniz dileğiyle…




Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *