Toplumumuz, köklü gelenekler ve güçlü aile bağları üzerine inşa edilmiş bir yapıya sahiptir. Ancak bu güçlü bağlar, duygusal ifadeyi sınırlayan bir yanıyla da dikkat çeker. Çoğumuz, “Ağlama, güçlü ol!”, “Kimseye zayıf görünme!” gibi cümlelerle büyüdük. Peki, bu söylemler bizi nasıl etkiliyor?
Duygular, insanın en doğal tepkilerinden biridir ve bastırıldığında farklı yollarla kendini ifade eder. Kültürümüzde, özellikle erkek çocuklarına duygusal ifadelerini kontrol etmeleri, ağlamamaları ve güçlü olmaları öğretilir. Kadınlar ise sıklıkla daha fazla duygusal ifade gösterse de bu kez “fazla hassas” ya da “abartılı” olarak damgalanabilir. Bu durum, bireylerin kendi duygularıyla temas kurmasını ve onları sağlıklı bir şekilde ifade etmesini zorlaştırır.
Aile içindeki iletişim, duygusal ifade biçimlerinin şekillenmesinde kritik bir rol oynar. Geleneksel yapılar, otoriter ebeveyn figürlerini ön plana çıkarırken, çocukların düşüncelerini özgürce dile getirmelerine çoğu zaman izin vermez. Oysa açık iletişim kurabilen ailelerde yetişen bireyler, hem kendi duygularını tanımakta hem de başkalarının duygularını anlamakta daha başarılıdır.
Duygusal ifade eksikliği, uzun vadede birçok psikolojik soruna yol açabilir. Anksiyete, depresyon ve stresle başa çıkma güçlüğü gibi problemler, duygularını bastırmayı öğrenmiş bireylerde daha sık görülür. Bu noktada toplumsal bir dönüşüme ihtiyaç var: Duyguları ifade etmeyi zayıflık değil, bir güç olarak görmek.
Türk toplumu olarak, çocuklarımıza yalnızca güçlü olmayı değil, aynı zamanda kırılgan olmanın da insana özgü bir özellik olduğunu öğretmeliyiz. Çünkü sağlıklı bir toplum, duygularını tanıyabilen ve onları paylaşabilen bireylerden oluşur.
Unutmayalım, güçlü olmak demek duygularını bastırmak değil, onları kabul etmek ve onları sağlıklı bir şekilde yaşamaktır.
BERGAMA PSİKOLOJİ
PSK. BETÜL KARABULUT