SÖZÜMÜZ SÖZ…

1205

Sözümüz, içimizin yansıması, yanan yüreğimizin ışıması,  maksadımızın açığa çıkması… Farklı düşünüp farklı söylesek de… Sözümüz söz olsun yeter ki… Söz olsun diye söylenen, sadece lakırdı… Söz ehlinin sözü, baş tacı… “Söz var iş bitirir söz var baş yitirir…” (Atasözü)… Sözün, ne zaman, nerede ve kime söylendiği önemli…  Akıllıca söylenen söz, muhatabımızı ikna eder, yumuşatır, işlerin olumlu olmasını sağlar… Ölçüsüzce ve sert bir şekilde söylenen söz ise, sözün söylendiği kişiyi zıvanadan çıkarır, sinirlendirir, istenmedik hâdiselerin olmasına sebep olabilir… “Sözü süz de söyle, gönlü bulandırmasın. Sözü diz de söyle, kulağa inci diye takılsın. Sözü yüze söyle, gıybet olup utandırmasın.” (Şems-i Tebrizi)…

Sözün bittiği, kalemin kırıldığı nokta, sözün cılkının çıktığı yer… Sözcüklerin birbirini takip etmesi, sözün acziyeti… Söz, söz olunca, fikir, yüzeyden öze, özden yüzeye tesir edebilmekte… “Cevizin kabuğunu kırıp özüne inemeyen, cevizin hepsini kabuk sanır.” (İmam-ı Gazali)… Öze tutkun olan söz, hedefi bulabilen sözdür… Özüne ve sözüne mukayyet olamayana, birileri hükmeder… Özüne sahip olamayan, birilerinin kölesi hâline gelir… Mesele, özün ve sözün doğru olması… “Özü doğru olanın, sözü de doğru olur.” (Hz. Ali)… “Testinin içinde ne varsa, dışına o sızar.” (Hz. Mevlana)… “Kökünü beğenmeyen dal ve dalını benimsemeyen meyve, olmadan çürür.” (Necip Fazıl Kısakürek)… “Bir insanın özünü anlamak isterseniz, eline geniş kudret veriniz.” (Pittakos)… “Bitkinin güzelliği, tohumunun güzelliğindendir.” (Sadi Şirazi)… İnsanın özünü anlayabilmek için, sözüne ve özüne bakmak gerek… İnsan bu, özünü gizleyip sözünü söyler; sözünü gizleyip özünü gösterir, olmadı fırıldak olur, fırıldak gibi döner… Trendler (pek çok insanın ilgisini çeken, beğenilen, eşyalar ve insanların eğitim durumları)  bizi yanıltmasın; doğru olan, özümüzün sözü, sözümüzün özü…

                Güç kimde, diye sorulsa; “Sözünü bilende, doğru bildiğini söyleyende…”, deriz… Gücümüzü, görünüşümüzden, paramızdan, kılık kıyafetimizden değil; bilgimizden, tavrımızdan, görgümüzden ve özümüzden alırız… Mutlu ve başarılı olabilmek için, gerektiğinde planlarımızı, hayâllerimizi, bulunduğumuz yeri ve işi değiştiririz… Ancak, birileri yüzünden, asla özümüzü değiştirmeyiz… Özümüzden koparsak eğer; ne sözümüz söz, ne özümüz öz olur… Söz yerinde ağırdır; söz anlaşıldığında tesirlidir… Sözün, işimize geldiği gibi söylenmesi, anlık etki yapar… Bilindik fıkrada, yerinde ve zamanında söylenen söz, anlayana…  Nasreddin Hoca fıkrasıDaha önce birkaç defa eşeğini almış sakatlayıp, dövülmüş olarak geri getiren, sözünde durmayan, emaneti hor kullanan komşusu tekrar Nasreddin Hocaya gelip eşeğini ödünç istediğinde Hocanın cevabı mâlum: ‘Kusura bakma komşu, eşek burada yok!’… Komşusu geri dönmek üzereyken ahırdaki eşeğin anırmaya başlaması ve Hocaya: ‘Hocam, hani eşek burada değildi?’ dediğini ve Hocanın da: ‘Bu yaşımda aksakalımla benim sözüme inanmıyorsun da, eşeğin sözüne mi inanıyorsun?’ diye karşılık verdiğini, komşunun aymazlığını, Nasreddin Hoca’nın nüktedanlığını ve keskin zekâsını hepimiz gülerek hatırlarız… Ünlü ya da ünsüz birçok kişi tarafından söylenen sözün filtrelenmesi/süzülmesi, doğruluğunun sağlanması, tahlil/analiz edilmesi, soruşturulması/tahkik edilmesi ve sorgulanması mühim…  Sözün ne olduğu, hangi durumda, yerde ve zamanda kullanılması gerektiği önemli…  Sözün anlamını doğru anlayıp doğru kullanabilmemiz, iletişimin doğru, sağlıklı ve etkin olabilmesi için gerekli… Güzel bir misâl… “Bin kelimeyle iktifâ edersek zihnî melekelerimiz dümûra uğrar. Herkesin ağzında bir stres. İyi de stresten maksadın ne güzelim? Dert mi, gam mı, kahır mı, keder mi, gussa mı, yeis mi, tasa mı, mihnet mi, elem mi, üzüntü mü, endîşe mi, kasvet mi, nedâmet mi, melâl mi, enduh mu, hüzün mü, hüsran mı, hicran mı, ızdırap mı, inkisar mı, kâbus mu, hafakan mı, teessüf mü, teessür mü, vehim mi, buhran mı, mâtem mi, gāile mi? Söyle hangisi?’’ (Prof. Dr. Halil İnalcık)… Bir başka misâl… ‘Açık’ anlamında kullanılan kelimeler… Alenî, bâriz, âşikâr, âyân, bedîhî, vâzıh, sarîh, müstehcen, münhal, üryân, defisiter, mubîn… Hangi ‘açık’? Gerçekten “Cam kırıkları gibidir, bazen kelimeler… Ağzına dolar insanın…Sussan acıtır, konuşsan kanatır…” (Oğuz Atay)…

                ‘Söz senet’ sözü ne derece doğru? Elbette söz ağızdan çıkana kadar bize ait; söz ağızdan çıkınca biz ona aitiz, tâbiyiz… Ancak söz uçar, yazı kalır… Ölüm var kalım var… Sözü yazıya evirmek güvensizlik değil, söz verene ve sözü tutana, sözü dinleyene ve özellikle sözün yerine getirilmesinde önemli bir güvence… “Verdiğiniz sözü yerine getirin, çünkü verilen söz sorumluluk gerektirir.” (İsrâ, 34)… “Ey iman edenler! (Söz verdiğiniz zaman) sözleşmeleri yerine getirin!” (Mâide, 1)… Her insan ahde vefa göstermek, ağzından çıkan sözün arkasında durmak ve ona sâdık kalmak ile mükellef… Verilen her sözde yerine getirilmesi gereken bir hak söz konusu… “Münâfığın alâmeti üçtür. Konuşunca yalan söyler, söz verince sözünde durmaz ve kendisine bir şey emanet edilince ihânet eder. Hatta “Oruç tutsa, namaz kılsa ve müslüman olduğunu iddia etse de” (Müslim)… Ölçü belli… “Ey iman edenler! Yapmayacağınız şeyleri niçin söylüyorsunuz? Yapmayacağınız şeyleri söylemeniz Allah katında nefret olunan bir davranıştır.”    (Saf, 2-3)…

                Sözümüz söz olmalı… Verdiğimiz sözümüzde durmak, verdiğimiz vaadi yerine getirmek, son derece mühim… Vaat, karşılıklı akitleşerek geleceği bunun üzerine konuşlandırmak… Herhangi bir konuda, kendimize veya başkalarına verdiğimiz sözümüzü tutmak, vaadimizin gereğini yapmak… Verdiğimiz sözümüzü tutmamız, hepimizi birbirimize yaklaştıran, birbirimizi sevmemizi sağlayan temel ilke… “İnsan bir ağaca benzer, kökü ahdinde durmaktır.”  (Hz. Mevlana)… Konuşmak yerine harekete geçmek, anlatmak yerine göstermek ve söz vermek yerine yapmak gerek… Söz kalabalığı/laf-ı güzaf/dedikodu ve hadiseler ile meşgul olmamalıyız… Bir damla fikir de olsa, derdimiz enine boyuna düşünmek ve doğru olanı yapmak olmalı… Ne mutlu kendine zarar geleceğini bilse yine de sözünü tutana, doğrudan ayrılmayana, sözünün eri olana ve hakkı baş tacı edene… Ne mutlu haksızlık karşısında susmayana; edep ile sükûtu altın, sözü gümüş bilip söz verene; sözü yere ve ayağa düşürmeyene, söz verip tutana; sözünün gereğini yapana… Ne mutlu söz taşımayana; hak için sözünü sakınmayana; haksızlık karşısında sözünü esirgemeyene; sözünü, çıkar uğruna geri almayana, kıvırtmayana, fırıldak olmayana… Söz konusu olan, sözün tutulmasında söz sahibi olan söz ustasının laf/söz cambazlığı yapması değil; sözün tartılıp ölçülü konuşulması…

                Dinlediklerimizin, okuduklarımızın, öğrendiklerimizin ve neticede uyguladıklarımızın, yaptıklarımızın bize ait veri hâline gelmesi; konuşmakla, yazmakla, nihayetinde yapmakla ve yaşamakla mümkün… Sözü, söz ehline, sözünün eri olanlara bırakalım… Her bir sözümüz, özümüze (nefsimize)… Sözümüz söz, verince birilerine söz, bilmeliyiz ve verdiğimiz sözü her şartta yerine getirmeliyiz… Sözümüz söz olmalı, sözün dedikodusuyla meşgul olmamalıyız, sözün gereğini doğru ve etkin bir şekilde yerine getirmeliyiz… Ağzımızdan çıkan söz ile kalpleri yıkmamalıyız, acıyan sol yanımızla dertlere merhem olmalıyız, sağduyulu davranmalıyız… Selam, sevgi ve saygılarımla.




Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *