OK ve OKLAVA…                                                

1389

Ok ve oklava… Ok, yay ile hedefe atılan, bir ucunda sivri bir demir, öteki ucunda küçük bir kertik, temren bulunan, ince, yüzeyi yuvarlak ve kısa tahta çubuk… Mâzideki savaşlarda, ok’un ya da kargının (benzeri fırlatma kullanımlı silahların) ucuna özel, delici parça (temren) de eklenirdi… Temrene zehir tutacak hazneler de eklemek mümkündü… Günümüzde, ok; yön göstermek için belli yerlere konulabilen ve oka benzeyen ime, simgeye dönüştü… Ok sembolleri ( )… Ok ve oklava birbiriyle ilintili… Kadim medeniyetimizde, ok, muharebe meydanının; oklava, mutfakların vazgeçilmezi… Ok, alperenlerin elinde; oklava, hanımların elinde sihirli değnek… Oklava, (Eski Türkçede ok’tan oklagu), düzgün ve kaygan, silindir şeklinde genellikle sert bir tahtadan, bazen de metal, cam, ya da porselenden, düzgün yassı bir yüzey üzerindeki hamuru üstünde yuvarlanıp ezerek ince bir tabaka haline getirmeye yarayan âlet… Oklava, oklavaç, oklağaç, oklo (Samsun Kavak ilçesinde), merdane… Oklava, ince  (2–3 cm çaplı) ve uzun olan, hamurların pişirilmeden önce şekil verilmesini sağlayan mutfak gereci… Merdane, orta kısmı kalınca (7–8 cm çaplı) iki ucunda ise daha ince tutma yeri olan daha ağırca olan, daha sert daha yağlı hamurlara uygun olan, boyu kısa olan, sık yön değiştirip kısa tekrarlamalarla yuvarlama kolaylığı sağlayan oklava… Oklava ve merdane ile hamur açılır… Sarıldığı yerin ortasından uzunlamasına kesilir ve oklava ile kaldırılır. Oklava, değneğin mutfak versiyonu… Değnek/değenek, âsâ, sopa, çubuk, topuz, baston malûm… ‘Ok / oklava’ ile başlayan bazı sözcükler… Oklavalık, örme ya da dokuma oklava kılıfı… Oklava burması /büzmesi, baklava benzeri tatlı… Oklava mantı… Oklava örgü yelek… Oklava, Aksaray Eskil’e bağlı bir köy… Oklavalı, Ağrı Eleşkirt’e bağlı bir mahalle… Oklavalı, Ağrı Taşlıçay’a bağlı köy… Oklalı, İstanbul Çatalca’ya bağlı bir mahalle… Okmeydanı, Kütahya’da bir mahalle… Fatih Sultan Mehmet’in okçuluk müsabakaları için kurdurduğu Okmeydanı, İstanbul’un Kâğıthane, Şişli ve Beyoğlu ilçelerine bağlı bir semt… Ok yılanı… Ok (İngilizce O.K., ok, Ok, okay, Okay, all right), tamam, pekâlâ anlamında, Türkçemizde de kullandığımız sözcük…

Ok ile yay, kadim medeniyetimizde adâlet ve hâkimiyet sembolü kabul edilmiş… Ok ve yay ile yapılan spor, okçuluk… Atalarımız okçuluğu bir hayat tarzı olarak benimsemiş… Okçu Milletiz… Türk boyları, Bozok, Üçok vb. adlarla bilinir… Yay, hakanlık; ok, hakana bağlılık diye anlamlandırılmış… Doğum, evlilik ve ölüm gibi hayatın her alanında ok kullanabilmek, alplik/yiğitlik sembolü sayılmış… Oklava da evlilikte öyle… Oklavasız hamur açılır mı? Oklava, hamura meftun… Oklava hamuru, çöl yağmuru, çizme çamuru, tembel yatmayı, geveze atmayı, pazarcı satmayı, şişe tıpayı, şerbet kupayı, eşek sopayı severmiş… Kim kimi sever, kim kimi sevmez? Cevabı, oklavada saklı… Oklava (baston) yutmuş olanlar (dimdik duranlar, öylece yürüyenler, zalime onay vermeyenler), bu sırra vâkıf… Oklava yutmuş gibi dimdik durdukça; bülbül gibi hakkı şakıdıkça mesele yok… Mesele, darı unundan baklava, incir ağacından oklava olmayacağını düşünebilmek meselesi… Bilinmeli ki, bir kimsenin elinde kötü araç ve gereç varsa, arzu edildiği gibi iş tamamlanamaz; işin sonu kötü olur; yetersiz veya vasıfsız bir kişiden istenilen performans alınamaz… Oklava’nın at gibi kullanıldığı bir geleneğimiz… Muş’ta, evlenme çağına gelen, kısmetinin bağlı olduğuna inanan genç bir kız, arka arkaya üç Çarşamba günü bir oklava alıp, oklavayı ata biner gibi bacağı arasına alıp minareye çıkarmış… Minarenin şerefesinden üç kere “Kırnavır, âdetiz batsın, it babaliler” diye bağırıp devir yaparmış… Böylece o kızın kısmeti hemen açılırmış… Bu gelenekte, genç kızların at yapıp oklavaya binmeleri, eski Türk din adamı görevini üstlenen ‘Kam veya Şaman’ın göğe doğru yükselme âyini sırasında kullandıkları sembolik tahta ata benzemekte… Kam; Türk, Altay ve Moğol halk kültüründe büyücü din büyüğü… Şaman (Gam, Ham), doğaüstü güçlerle iletişime geçtiğine inanılan din büyüğü…  Oklava’nın sopa gibi kullanıldığı vahim vaka… Sözde hocanın cin çıkarma tavsiyesine uyarak oklavayla psikolojik marazı olan birine vurması, cehâletin tavan yapmış hâli… Kadim medeniyetimizde, dedelerin torunlarına, ağaçtan nasıl yapıldığını gösterdiğidir; annelerin de kızlarına nasıl kullanılacağını anlattığıdır, oklava… Gelin olan kıza, annesi evden ekşi hamur, süpürge ve oklava verir… Ok ve oklava, bu kadar mühim…

Oklavayı, hamur açmanın dışında kullanmak ne kadar doğru? Oklavanın yeri belli, hamur açmak için mutfağın sopası… Oklava, birine ezâ vermek için kullanılacak bir şiddet aracı değil… Annelerin yaramaz çocuklarını terbiye maksatlı haşlamak için başvurdukları âletler, terlik, maşa ve oklava… Usulünce anlatmak ve ikaz etmek yerine kullanılan yol… Töre böyle diye şiddete aman verilemez… Geçmişin hatalarını ve yanlışlarını devam ettirme kültürü terk edilmeli… Güzel olan alışkanlıkların devamı güzel… Neyse ki, istenilen türde hamuru açabilen hamur açma makinesi yapılınca, mutfakların vazgeçilmez sopası oklavanın pabucu dama atıldı!  Yakın gelecekte belki, yapay zekâ mârifetiyle hamur açma makinesinin de akıbeti aynı olabilir… Günümüz dünyasında, ok’un yerini mermi alınca, şiddetin dozu arttı, öldürmek kolaylaştı; oklavanın yerini hamur açma makinesi alınca, mutfakta hamur işleri çok kolaylaştı…  Bu bağlamda, ok’a ve oklavaya takılı kalmanın da bir âlemi yok… Bu, ok’un ve oklavanın önemsiz hâle gelmesi değil; işlevinin teknolojiyle geliştirilmesi demek… Ne ok’tan ne oklavadan vazgeçebiliriz…  Ok ve oklava tarihî kıymetlerimizi dillendirebilmenin enstrümanları olmaya devam edecek elbette… Ok ile taçlanan güzel bir söz: Talebeleri İmam Şafiî Hazretleri’nden sormuşlar: “Hakîkati nasıl buluruz?” Eğri ile doğruyu, günah ile sevâbı, doğru ile yanlışı, suçlu ile mâsumu, iyi ile kötüyü nasıl ayırt ederiz? Sözün özü hakîkati nasıl buluruz?” İmam Şafiî Hazretleri’nin cevabı: “Hakîkati arayan, bâtılın attığı ok’u takip etsin. O ok’un saplandığı yer hakîkattir. Mâsumu arayan, zâlimin attığı ok’u takip etsin. Mü’mini arayan, kâfirin attığı ok’u takip etsin. Mûsa’yı arayan, Firavun’un attığı ok’u takip etsin.”… Bize, her birimize düşen görev; sözlerimizin, tarzımızın zehirli ok gibi tesirli olacağını bilerek yaşamak ve bu nedenle çevremizdeki bireylerle ve sorumlu olduğumuz kişilerle doğru, etkin ve etkili iletişim kurmaktır… Bugünün çocukları olan yarının büyüklerine verilecek zararın telâfisi çok zor… İbrahim Hakkı Hazretleri’nin, her an ve her durumda hatırlamamız gereken sözü: “Zehirli ok, kalbe çocuklukta saplanır; zehri yetişkinlikte akar.”

Ok ve oklava olmasa da simgeleri var olmaya devam edecek… Oklava, her ne kadar mutfaktan uzaklaştırılmaya çalışılsa da oklava benzeri sopalar farklı versiyonlarla hayatımızda boy gösterecek gibi… Yeter ki oklava benzeri âletler, şiddetin aracı olarak kullanılmasın… Selam, sevgi ve saygılarımla.




Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *