AYAK OYUNU…

1343

Ayak oyunu, bir çeşit halk oyunu… Ayak oyununda, davul-zurna eşliğinde, eller serçe parmakları ile tutulur… Önce sağ ayak öne vurulup, yana atılır, sol ayak yanında devam eder ve tekrar sağ atılır, sol ayak sağ ayağın yanına gelip birleşir… Sonra sol ayak bir geriye atılıp sağ yapıştırılır… Bir başka ayak oyunu, bir çeşit çocuk oyunu… Bu çocuk oyununda, ayaklarla top havada tutmaya çalışılır… Top yere düşerse, sıra diğer oyuncuya geçer… En çok topu havada tutan oyunu kazanır… Deyim olarak ayak oyunu… Ayak oyunu, bir işi başarmak için gizli, hileli, dolambaçlı yollar izlemek anlamında… Bu mânâda ayak oyunu, entrika demek… Entrika (Fransızca, intrigue), bir işi sağlamak veya bozmak için girişilen gizli çalışma, oyun, dolap, düzen, dalavere, hile, tokuşma, çatışma, desise, demek… Entrika; siyaset, edebiyat, tarih, sinema vb. alanlarda kullanılmakta… Entrika çevirmek; entrikayla amacına ermeye çalışmak, dolap çevirmek… Entrika hazırlamak; gizli bir plan yapmak, birini kandırmak veya zarar vermek için iş birliği yapmak… Entrika komedyası; karışıklık, yanlış anlama, aldatma gibi unsurlar içeren komik bir tiyatro türü…

Ayak oyunu yapmak, hileli, kötü niyetli bir iş yapmak; aklı kötüye kullanmak… Aklı çözüm odaklı kullanmak;  ayak oyununu görebilmek, sezebilmek, bir işte hileli, kötü niyetli bir davranışa tanık olabilmek gerek… Ayak oyunu yapanın aymazlığını görebilmek ise, ona ayak kirası (teri) vermemeyi akıl edebilmek… Ayak kirası, iyi ve güzel bir haber ya da eşya getirene emeğinin karşılığı olarak verilir… İşimize ayak koyanlara, yolumuza taş koyanlara ayak kirası verilmez… Dost dediğin başa, düşman ayağa bakar… Dost olan, el uzatır, ayak değil… Dost dediğinin, ayak oyunları ile işi olmaz… Ayak oyunlarının aparatı hâline gelen akılsız başın cezasını (zahmetini) ayaklar çeker… Ayak oyunlarını, dertleri dert edinmemek gerek, ayağa değmedik taş olmaz, başa gelmedik iş olmaz… Problemin faturasını ayak oyunlarına da kesmeyelim; ayağını yorganına göre uzatmayanların ayak oyunları ile uğraşacak vakitleri olmamalı… Ayaklarımıza mukayyet olalım, ayağımızı baş, başımızı ayak yapmayalım… Başımız nereye giderse, ayağımız da oraya gitsin… Dolu ve donanımlı olalım, boş çuval ayakta (dik) durmaz; ayağı yürüten baştır… Ayak oyunları ile baş edebilmek, herkesin harcı değil; önemli olan ayak başa hâkim olmasın… Mutlu ve başarılı olmanın ilacı; ayağımızı sıcak, başımızı serin, gönlümüzü ferah tutmak, her şeyi gereğinden fazla derin düşünmemek ve ayağımızı yorganımıza göre uzatmak (giderimizi gelirimize uydurmak, gelirimizden çok harcama yapmamak)…

Ayak oyunu yapan, ayak sürüyendir (üstüne aldığı bir işten kaçınma çareleri arayandır), birilerinin ayaklarına dolanandır, fırsat bulduğunda onların ayağını kaydırandır… Bize düşen, ayak sürüyenlere ayak uydurmamaktır, alışılmış doğru olmayan gidişe ve davranışa uymamaktır… Ayak oyunları ile işi olmayanın ayağı uğurludur (geldiği yere uğur getirir)… Her ne kadar akılsız başın cezasını ayaklar çekerse de, her konuda ayağımız üzengide (yola çıkmaya hazır halde) olmalıyız; ayağımız yerden kesilmeli (binek veya taşıt sahibi olmalıyız, yürümekten kurtulmalıyız)… Ayak oyunlarını hobi hâline getiren ayaklı gazetelere (her şeyden haberi olan ve haber taşıyan, dedikoduculara) değil; ayakaltında dolaşanlara (bir işe yaramayanlara, işe engel olanlara, ortalıkta dolaşanlara) değil; ayaklı kütüphanelere (birçok konuda bilgi sahibi olanlara, çok okuyup okuduklarını belleklerinde tutanlara) itibar edelim…

Ayak oyunlarının üstesinden gelebilen, doğru hedefe ayak atabilmekle alâkalı… İşini doğru yapmaya konuşlanan bir birey, hiçbir konuda ayak yapmaz (bir şeyi bildiği halde bilmezmiş gibi konuşmaz, davranmaz, hile yapmaz, dalavere çevirmez)… Başarıya inanan, başkalarına ayak bağı (engel) olmaz; işine ve eşine sahip çıkar, ayak bağını çözmez (eşinden ayrılmaz), olması gereken işe ayak diretmez, ayak işiyle meşgul olmaz, ayak sürtmez (başıboş dolaşmaz)… Başarıya odaklanan, ayağına bağ vurmaz (engellere takılmaz)… Gönül ve akıl insanı, ayak oyunları ile uğraşmaz, zekâ oyunları ile hoş sohbet eder… Gönül insanın ayağı dolaşmaz (şaşırıp yanlış bir davranışta bulunmaz)… Gönül insanın ayağı düze basar (güçlükleri yenerek gelecekten kaygı duymaz)… Aklına mukayyet olan ve aklını kiraya vermeyen insanın ayağı eninde sonunda suya erer (gerçeği anlar, aklı başına gelir)… Akıl ve gönül insanı, edep sahibidir, hiç kimseyi ayağına çağırmaz (yanına gelmesini istemez), ihtiyaç sahibinin ayağına gider (alçak gönüllülük gösterir), hiç kimsenin ayağına ip takmaz (kimseyi çekiştirmez), ayağa da düşmez (aman dilemez)… Edepli olan, Mevlevî dervişinin Mevlevî şeyhinin huzurunda ayağını mühürlediği gibi (sağ ayağının başparmağını sol ayağının başparmağı üzerine koyup vücuduna da özel bir biçim vererek saygıyla durduğu gibi) haddini bilir, saygı gösterir, ancak kula kul olmaz…

Siyaset, öz anlamının dışında büyük ölçüde ayak oyunları hâline dönüşmüş maalesef… Kazanmaktan ziyade kaybettirmek üzerine kurgulanmış… Kazı kazan, ayağa çelme atmak, ayak oyunu derken cadı kazanına dönüşmüş… Oyun içinde oyun… Ayak oyunlarının ele dile yüze göze söze bulaşmış versiyonlarıdır, oyun içinde oyun… Ayak oyunlarının iç içe geçmiş halkalarıdır oyun içinde oyun… Öyle oyunlardır ki,  bilemezsin kim dost kim düşman… Bazen hemen yanı başımızdakidir bizi arkandan vuran… Sisli havada, oyun kurana inat, bir gün daha fazla nefes almak bile hünerdir… Ayak oyunlarıyla hakkımızda konuşmaya devam edip dost gözükenler, haklarında bildiklerimizi bilselerdi nutukları tutulurdu… Böyleleri, ayak oyunlarıyla dedikodu seviyesinde kalanlardır, fikir fukaralarıdır… Ayak oyunlarını rutinleştiren bu güruh, yaptıklarıyla küçülürler, laflarıyla büyüdüklerini sanırlar… İnsanlık bizde kalsın diye, çevremizde asalak yaşamaya devam edenlere tepkisiz kalmak; ayak oyunlarına rıza göstermektir… Gerçekten bilemeyiz kim dost kim düşman; bazen tuttuğumuz eldir bizi arkamızdan vuran… Bir kalkıp ayağa cesaretimizi toplayabilsek; canımızı yakacak kadar cesareti olanlara, sonuçlarına katlanacak kadar da güçleri olmadıklarını anlatabilirdik belki… Anlarlardı o zaman, kendilerinin ne olduklarını… Ayak oyunlarının tek faydası, ‘düşmanımız artmış, demek ki zamanında değersizlerle çok iyi dost olmuşuz’ diyebilmektir sadece… Ayak oyunlarına âlet olan akılsız dostlar da düşmandır aslında… Düşmanın bile karakterlisi evlâ; nâmert olanı hiç çekilmiyor gerçekten… Hakkıyla fikredebilsek, zikredebilsek, şükredebilsek; ayak oyunlarıyla meşgûl olanların menfaat terazilerini bozabilirdik kim bilir… Bu, öylesi bir hâl ki, düşmanın kötülüğünden çok, dost sandığımızın sinsiliğidir canımızı çok yakan aslında… Yapmamız gereken, dosta karşı alçak gönüllü, düşmana karşı tedbirli, herkese karşı da güler yüzlü olmak… Ayak oyunlarına dayanmak ve dosta düşmana karşı dimdik ayakta durmak… Baş edemeyeceğimiz tek şey ise, kurşun gibi yüreğimize saplanan dilden çıkan zehirli sözler olsa gerek… Gerçek dost, acı da olsa gerçekleri söyler; düşman, işine geleni der; deli, ağzına geleni döker; âşık, içinden geçeni dillendirir…

Hayat çizgimiz düz olmalı; lâkin unutmayalım, hayat, kalp atışlarının zikzak çizgiler gibi olmasına bağlı… Sanıldığı gibi bizi ayak oyunları yıpratmaz; ayağa düşmek ve ayağa bağ olmak yıpratır… Kederlenmeye gerek yok, problemin varlığı çözüme endeksli; artı eksiye, eksi artıya muhtaç… Problemi halletmenin yolu, ayak oyunu değil; basiret sahibi olmak… Selam, sevgi ve saygılarımla.




Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *