KABİR…

1138

Kabir (Arapça, ḳabara – gömme); mezar, ölünün gömüldüğü yer, gömüt, sin, makber, metfen… Kabir, ölüm ile kıyamet arasındaki geçiş dönemine verilen isim… Müslüman olan, bu geçiş döneminde (kabirde), iki melek tarafından sorguya çekildiğine ve yaptıklarına göre nimet veya azap göreceğine inanır… Kabir hayatına inanan, kabir ziyareti yaparak ölülere dua eder… Mezar (mazār); ziyaret edilen yer, ziyaretgâh anlamında… Mezar, hem ölülerin yattığı yerleri hem ziyaret edilen kutsal yerleri ifade etmekte… Mezar ile birlikte kullanılan sözcükler… Mezar sanatı, mezar taşı, anıt mezar, toplu mezar… Kabir (https://www.britannica.com/biography/Kabir-Indian-mystic-and-poet), 15. yüzyılda yaşamış, Hint şiiri ve felsefesinin önemli bir ismi… Kabir, Hindu ve İslam kültüründen etkilenmiş; her iki inanca eleştirel bir bakış getirmiş… Dokumacılıkla geçinen Kabir, şiirlerinde Hindu ve İslam inancını dokuma tezgâhındaki iplikler gibi birlikte örmüş… Kabir’in şiirleri ölümünden sonra da Hindistan’da ağızdan ağıza söylenmiş, müritleri onun inancını bugüne taşımış, Sihler onun şiirlerini kutsal kitaplarında saklamış… Kabir,  şiirlerinde, Tanrı’ya olan sevgi, toplumsal adaleti, dini ritüellerin doğru olmadığını, insanların eşit olduğunu ve kardeşliği dillendirmiş…

Kabir hayatı, insanın ölümüyle başlayıp mahşerdeki dirilişine kadar devam edecek olan ‘berzah hayatı’ demek… “Nihayet onlardan birine ölüm gelip çattığında; ‘Rabbim! Beni geri gönder. Tâ ki boşa geçirdiğim dünyada sâlih ameller işleyeyim.’ der. Hayır! Bu, onun ağzından çıkan (boş) bir lâftan ibarettir. Onların arkasında, tekrar dirilecekleri güne kadar (devam edecek, bu dünyaya dönmelerine mânî olan) bir berzah (perde) vardır.” (el-Mü’minûn, 99-100)… İnsan, bu fânî dünyada nasıl ve ne kadar yaşarsa yaşasın, bizce bilinmeyen, aslında yazılı belli bir günde, sayılı nefeslerini tükettikten sonra, mutlaka diğer bir âlem olan kabrin yolcusu olacak… Kimine toprak, kimine su, kimine şu ya da bu, evren kabir olacak… Belki tek parça hâline, belki paramparça bir hâlde, hayatın bittiği yerde, bir başka boyutta… Bu yolculukta da yanında götürülebilecek tek dünyalık, sadece birkaç metre kefen bezi olacak… Kim bilir belki de o da olmayacak… Düştüğümüz ve toprağa karıştığımız yer… Adı, kabir… “Ete kemiğe büründüm, yunus gibi göründüm.” (Yunus Emre)… Etten kemikten sıyrıldığımız yerin adı, kabir… Ahiretin ilk durağı, kabir… “Kabir, âhiret menzillerinin ilkidir. Kişi ondan kurtulabilirse, sonrakiler daha kolaydır. Ondan kurtulamazsa sonraki menziller kabirden daha zor ve daha şiddetlidir… Gördüğüm manzaraların hiçbiri, kabir kadar korkutucu ve dehşet verici değildi!” (Hadis-i Şerif)… Nutfenin yeşerdiği yer… Sonrası dünya… Cesedin nutfeye kalp ettiği yer… Ahiri, her birimizin BİR’e yöneldiği yer…  Ana rahmi, dünya, evren… İç içe geçmiş kabir… “Şöhret,  gençlik ve gurur… Kabir hepsini alır.” (Victor Hugo)… Kabir (mezar), kimileri için açılan, kimileri için kapanan kapı… Kabir, kibrin altüst olduğu tek yapı… Kabir, kapağı içeriden açılmayan kapı… Kabir; dün yaşayanların bekledikleri,  bugün yaşayanların bekleyecekleri, yarın yaşayacak olanların bekleyecekleri hudut kapısı… Kabir, anıt olsa ne yazar… Kaderi yazan, kabri daraltır, genişletir… Kaldı ki, kabrin üzerinde taş olsa, ağaç olsa, her yer un ufak olsa, kabir; dost gönlünde olmadıkça her şey beyhude… Bilen bilir, mezarlıklar vazgeçilmezler ile dolu… Mezar taşına yazılan, pişmanlıkların çizikleri olmaktan öte ne anlam ifade eder ki? Diyelim, mezar taşımıza, “Sizi, ayakta duran sizi, ayakta karşılayamadığım için özür dilerim.”… Aslında, tek farkımız, yatay ya da dikey ayakta durmaktan ibaret… İyisi mi, öldükten sonra sevdiklerimizin mezarını yerde aramamak… Arif olana tarif gerekmez… Mezarımızı gönüllere kazımaktır, önemli olan… Ölmeden ölenlere, sözüm ona hayat sürenlere sözümüz yok… Kabir, sözlerin düğümlendiği, sözün sessizce söylendiği platform… Kabir, cesetten sıyrıldığımız ortam… Vücudu bomba ile infilak eden ve zerresi bulunmayanın kabrini başka nasıl açıklayabiliriz? Kabir, ‘bir çukur, bir kapak ve bir taş’ diye tanımlanamaz…

Cansız diye nitelendirdiğimiz her bir şeyin yapısına dalıp yolculuk yaptığımızda, hareket etmeyen sabit duran neyi bulabiliriz? Üç boyuta kadar dünya gözüyle algıladıklarımız… Katı, sıvı ve gaz halindeki madde… Madde (özdek), uzayda yer kaplayan hacmi ve kütlesi olan tanecikli yapılar… Beş duyu organımızla algılayabildiğimiz (hissedebildiğimiz) ve eylemsizliği olan canlı ve cansız varlıklar… Maddenin en küçük yapı birimi atomlar… Bir atom; kuarklardan (elektron, nötron ve proton) ibaret… Yapısı tamamen keşfedilmemiş atomaltı parçacıklar; foton -ışık, bozon, mezon, fermiyon, baryon ve graviton… Albert Einstein’in izafiyet kuramına göre, madde ve enerji birbirine eş değerde… Madde enerjiye, enerji de maddeye dönüştürülebilmekte… Bir damla fikrin bizde bıraktığı… Kabir, bir bakıma, bir halden diğer bir hale geçiş süreci… Üçüncü gözle algılayabildiklerimiz algılaya bilemediklerimiz ve farklı boyuttaki adını bile bilmediklerimiz… Halden hale geçen hareket halindeki her bir şey… Kim ve ne, gerçekten ölüm ve hayat arasında? Birçok bilgiyi, veriyi sığdırabildiğimiz bellek, bize bizi anlatıyor aslında… Harikulade yaratılmış beynimiz? 20 milyara yakın hücre ve bunlar arasındaki bağlantılar dikkate alındığında, beynimiz, yaklaşık 2,5 milyon GB hafızası olan, düşünebilen harika bir bilgisayar… İnsan, dünyadaki en sıra dışı bilgisayar… Ölüm, hafıza kartımızın yanması da değil… Ölüm, kim bilir, belki de hafıza kartımızın yenilenmesidir; kayıtların güvence altına alınmasıdır, kayıtların sorgulanmasıdır; iç âlemimizden dış âlemlere intikalimizdir…

Ölüm; yeniden doğuşun, var oluşun ve yok oluşun gizemli cevabının verildiği nokta… Bu noktadan uzanan çizginin ucu açık, en ufak zerreden evrenlere doğru… “Evrenin en anlaşılmaz özelliği, anlaşılabilir olmasıdır.” (Albert Einstein)… Dünya’mız, Samanyolu galaksisindeki güneş diye isimlendirilen yıldız sistemindeki gezegenlerden/âlemlerden biri sadece… Güneş’ten olan uzaklıklarına göre gezegenler sırasıyla Merkür (uydusu yok), Venüs (uydusu yok), Dünya, Mars, Jüpiter, Satürn, Uranüs ve Neptün… Dünya, yaşadığımız gezegen… Uydusu Ay… Samanyolu Galaksisinde sadece küçük bir kısmı keşfedilen yaklaşık 200 milyar (kesin sayıyı henüz hesaplamak mümkün değil) yıldız mevcut… Samanyolu gibi en az 200 milyar ile 2 trilyon arası galaksi olması muhtemel… Âlemler iç içe dürülmüş… Dünya ve insan… “Kendini küçük bir beden zannediyorsun. Hâlbuki koskoca bir âlem dürülmüş içinde senin.” (Hazreti Ali)… “Hoşça bak zatına kim zübde-i âlemsin sen; merdum-i dide-i ekvan olan âlemsin sen. (Kendine dikkatlice bir bak; sen âlemin özüsün. Sen varlıkların gözbebeği olan insansın.)” (Şeyh Galib)…

Dünya malı-mülkü bir ömre endeksli; sahibi olduğunu düşünsen de sahibi olmasan da… Hayatın bittiğini düşündüğümüz, yeniden başka boyutlara yelken açtığımız nokta kabir… Yunus Emre bunu çok güzel ifade etmiş: “Mal sahibi, mülk sahibi; hani bunun ilk sahibi? Mal da yalan, mülk de yalan. Var biraz da sen oyalan…”… Dün bugün yarın… Hayatın başlangıç noktası, hayat ve son nokta… Sonrası üç nokta… Selam, sevgi ve saygılarımla…  




Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *