AYAN BEYAN…

1120

Ayan (âyan), belli, açık… Ayan (Arapça, ayn –göz kelimesinin çoğulu); eşraf, vücûh, erkân anlamında… Ayan; toplumda ileri gelenler(vasıflı kimseler, ün salmış(başarılı) kimseler, senato üyeleri… Ayan, halkın gözünde soy sop ve itibarca üstün olanlar için kullanılmakta… ‘Ayan’; Osmanlı İmparatorluğu’nda kent ve kasabaların ileri gelen nüfuzlu kimselere verilen isim… Osmanlıda, 16. yüzyıl ortalarından başlayarak miri toprak düzeninin bozulması ve köylülerden vergi toplanması işinin mukataa (devletin nakit ihtiyacının, özel sektörlerin finansman sürecine dâhil olmasıyla, iç borçlanma vb. harcamalardan sorumlu kurum) tarafından mültezimlere (gereken vergiyi toplayan kişilere) açık artırmayla verilmesi, bu sınıfın önemi ve toplum üzerindeki etkinliğini artırmış… Böylece, malikâne usulüyle toprakların mültezimlere verilmesi, devletle toplum arasında aracı bir sınıfın (ayanın) ortaya çıkmasına sebep olmuş… Mültezimler, bulundukları yerlerde yönetimde etkili olmuşlar, ekonomik ve siyasal bakımlardan güçlenmişler… Mültezim Alemdar Mustafa Paşa, 1808’de sadrazam olmuş… Merkezî otoritenin zayıf oluşundan faydalanan âyanlar, bir yandan görevlerini yürütürken çok defa da haklı veya haksız kendi menfaatlerini gözetmişler… Miri sisteminin, mukataa sistemine evrilmesi… Osmanlıda çöküş nedenlerinden biri de bu olabilir mi acaba? Keşki ‘ayan’ sözcüğü, ‘belli,  açık’ anlamından ibaret kalsaydı…

Beyan, hukukta ‘bildirme’ anlamında… Emlak beyanı, emlak bildirme anlamında… Mal beyanı, beyanda bulunan kişinin, beyannamede geçen mallar üzerinde hak ve sorumluluk sahibi olduğunu ifade etmekte… Hukukta ‘beyan etmek’, beyan eden kişinin konu hakkında sözlü ve yazılı olarak kayıt altına alınabilir bir şekilde bildirimde bulunmasını ifade etmekte… Yazılı veya sözlü olarak beyanda bulunan, sorumlu olan kişi… Yasalarca belirlenen özel durumlar haricinde, beyan edilen söz konusu durumla ilgili sorumluluk kabul etmemek mümkün değil… Sözlü beyanın mahkemelerde tanıklar tarafından desteklenmesi gerekli olabilmekte… Adlî şartlara uygun yazılı beyanın, tanıklarca desteklenmesine gerek yok…    

                Ayan olmak; belli olmak, bilinir olmak… Ayan beyan; besbelli, apaçık, açık seçik bir biçimde… Her şey, ayan beyan olmalı ki, anlamada engelleri aşabilelim… Tarihten bir misâl… Moğol istilası sonrası, Oğuzların Kayı boyu, Süleyman Şah önderliğinde Anadolu topraklarına göç etmiş, Erzurum ve Erzincan’a yerleşmiş, sonra Suriye’ye geçmiş… Göç sırasında Fırat Nehri’nde boğulan Gündüz Alp (Süleyman Şah)’ın yerine oğlu Ertuğrul Bey geçmiş… Anadolu Selçuklu hükümdarı Alâeddin Keykubat, Oğuzların Kayı boyundan olan Osmanlı Beyliği’ne Ankara yakınlarındaki Karacadağ’ın idaresini vermiş… Bizanslılar ile yapılan muharebeler neticesinde Beylik büyümeye başlamış… Ertuğrul Gazi, Söğüt’ü almış… Ertuğrul Gazi’nin yaşlanıp hastalanması nedeniyle, Ertuğrul Gazi’nin ve beyliğin önde gelenlerinin kararı ve ağabeyleri Gündüz Alp, Saru Batu Savcı Bey’in de onayıyla, beyliğin başına Osman Bey geçmiş… Osman Bey, Hendek’i, Mudanya’yı, Bilecik’i, Yarhisar’ı, İnegöl’ü ve Eskişehir ‘i almış… Osman Gazi’nin çocukları; Alaeddin Bey, Pazarlı Bey, Fatma Hatun, Çobanbey, Hamid Bey, Melik Bey, Savcı Bey ve Orhan Bey… Osman Gazi’den sonra yerine büyük oğlu Alâeddin geçmesi gerekirken; Alâeddin, kardeşinin devlet yöneticiliği ve askerlikte kendisinden daha yetenekli olduğunu düşünerek beyliğin yönetimini kardeşi Orhan Gazi’ye vermişAyan beyan olan, Osmanlı’nın büyümesinin ve güçlenmesinin nedeni, yönetimin liyakatli ellere verilmiş olması… Sonrasında, duraklamanın ve yıkılışın olması, liyakatin yerini hırsın, çıkarın ve kayırmanın alması… Her şey, o kadar ayan beyan… Yeri ve bireyi ayan yapan, yeri ve bireyi kutsayan, ayan olmayan uygulamadır, topraktan geldiğimizi, toprağa döndüğümüzü unutmadır… “Ete kemiğe büründüm, Yunus diye göründüm.” (Yunus Emre) çizgisinden sapmadır…

Kurumlar görevlerini hakkıyla yaptıklarında, âyanın toplum içindeki nüfuzu, âkil olmanın sınırları dışına çıkamaz… Toplumda sınıf ayırımı ve bir sınıfın diğer bir sınıfa çıkar üstünlüğü olamaz…  Ayan ve beyanı ayrıştırmadan; ayan, beyana (yasalara ve normlara) tabi olmalı, beyan ayana değil…  Ayanın, çıkar sarmalının bir parçası hâline gelmesi, en vahim durum maalesef… Ayan; bilimde, sanatta, hünerde etik/ahlâkî değerlerde baş olmalı; ayak işlerinde ve kıyak işlerde değil…  En mâkulü, ayan; ‘ayan beyan’ ifadesinde olduğu anlamıyla işlevselliğini sürdürmeli, toplumun sırtında yük hâline dönüşmemeli…  Bir tarağın dişleri gibi eşit olunmalı… “İnsanlar tarağın dişleri gibi eşittir. Kimsenin bir diğerine karşı üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takvadadır.” (Hadis-i Şerif)… Kutsanmış birey ya da yer, ayana sonrasında ranta kapı aralamamalı… İnsanın kendisi kutsal… Mekân, içinde yanında insan varsa kutsal… Anlaşılmayan var mı? Her şey çok net… İşte bu, ayan beyan…

Ayan, havas… Meclis-i Ayan, aksakallı (bilge kişiler) meclisi ise makbul… Avam-havas ayrımı, felsefî literatürde insanların hakikati anlama seviyelerindeki farklılığını gösteren genel bir ayrım aslında… Avam (halk), sıradan insanlar ve halkın aşağı tabakasını ifade etmek üzere kullanılmakta…  ‘Havas’; seçkinler, aydınlar,  ileri gelenler diye tanımlanmakta… ‘Avam’, tahayyül (hayalde canlandırma) ehli; ‘havas’,  tasavvur (göz önüne getirme, hayal etme, bir şeyi zihinde şekillendirme, tasarlama) ehli… Kalburüstü, kalbur altı… Kalburüstü olmak kolay değil, her an kalbur altında kalma ihtimâli söz konusuyken… Bu öylesine bir meşakkatti ki, dağı delik delik delsek ne yazar, elde kalbur ile taşı toprağı ince ince eleyemezsek eğer… Gel zaman git zaman, günümüzde, kalbur da format değiştirmiş; kalbur da dijital kalbur olmuş…

Anlayış seviyelerine göre insanlara yaklaşabilmek önemli… Bu; ayan, havas ayrıcalığı ya da insanların kategorize edilmesi meselesi değil… Bu; eğitim meselesi, ilim-irfan (bilme, anlama, sezme ve gerçeğe ulaşma) meselesi, terbiye meselesi… En anlaşılmazı, anlaşılır hale getirmek demek… En işin içinden çıkılmazı ve sorunu çözebilmek demek… Ayan beyan, böyle bir durum…  Siyasetin kirlendiği, algıların manipüle edildiği hengâmede, öncelikle zihinlerin ve gönüllerin ayan beyan hâle gelmesi mühim…  Entelektüel bakışı harikulade ifade eden söz: “Ya öğreten/âlim, ya öğrenen, ya dinleyen ya da bunları seven ol. Sakın beşincisi olma (ilme ve ilimle meşgul olanlara nefret duyma), helâk olursun!” (Hadis-i Şerif)… Aydın olabilmek için her konuda net görebilmeye çalışmak ve detaylı düşünmek gerekir… “Aydın olmak için önce insan olmak lâzımdır.” (Cemil Meriç)… Cemil Meriç’e göre; “Tanzimat’tan bu yana Türk aydının alınyazısı iki kelimede düğümleniyordu: aldanmak ve aldatmak.”… Sorun, gerçekten eğitime dair…

Bilimsel gerçekler ayan beyan ortadayken, kelimeler yaldızlansa da, gerçek dışı söylemlerin tesiri olamaz…  Ayan beyan olanı inkâr etmek, karanlığı seçmekle eş değer ahval… Elbette, herkes için doğru olması gereken, her bir kimsenin özgürce yaptığı beyandır…  Beyan, pazarlıksız ve içten yapıldığında, anlayana ayan beyandır, gerisi yalnızca gürültüdür… Yeter ki, gerçekleri ayan beyan ortaya koyabilelim… Ne diyelim, ortalıkta onlarca fırıldak varken, ayan beyan olanı görememek için, kör olmak gerekir… Selam, sevgi ve saygılarımla.




Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *