DİNLE VE OKU…

1011

Dinle ve oku… İki önemli, veri elde etme, girdi (input, giriş noktası ve sistemde meydana gelen değişiklikler) beceresi… Dinleyen ve okuyan, beyin gönül fırtınasında bir damla fikir ile hemhâl olabilir; sonrasında her bir şeyi, kilit taşını yerli yerine oturtabilir, her meselede mihenk taşıyla işin doğrusuna ulaşabilir… Dolmak için ne mi yapılmalı? Dinlerken not tutulmalı, okurken not çıkarılmalı; sonrasında akıllıca cevaplar verebilmek, sorunları çözebilmek için… Sorunları çözebilmek için, beyin-gönül fırtınasında algılamak, doğru anlamak, doğru ifâde etmek ve maksadın hâsıl olması için çaba göstermek gerek… Dinlemede ve okumada, gaye bilgiye ulaşmak; bilgiyi doğru ve anlamlı uygulayarak davranış hâline getirebilmek ve kazanımlar-değerler elde edebilmek olmalı…  Dinlemeliyiz, okumalıyız özümseyerek, algılayarak ve anlayarak… Konuşmalıyız ve yazmalıyız, doğru referanslarla, araştırmalarla ve doğru üslup ile… “Okumasını bilirsen, her insanın bir kitap olduğunu göreceksin.” (W. E. Channing)… Düşünmeden dinlemek ve okumak, hazmetmeden yemek gibi; algılamadan konuşmak ve yazmak trafikte rastgele araba kullanmak gibi… Kendimizi her daim sorgulayalım… “Kendimizden ne kadar habersiz olduğumuzu yazdıklarımızı yeniden okurken anlarız.” (Paul Walery)…

Bildiğini okumadan, belâ okumadan, hayır dua okuyarak, kitap okumak mühim… Muhatabının içini ciğerini künyesini okuduğunu zannederek,  ömrü dinlemeden ve okumadan geçenin, hayatı ezberden okuyabilmesi mümkün mü? Böylesi biri, başta kendi canına ezan okur…  Dinlemeyen ve okumayan, kendi çarkına okur… Dinleyen ve okuyan; su gibi okuyan, gül gibi koklayandır… Dinleyen ve okuyan, hâriçten gazel okumasına göre değil, iyi dinleyen ve iyi okuyan olmasına göre değerlendirilir… Başarabilmek için bilindik ezberleri bozarak dinleyenler ve ezberden okuyanlar, her konuda meydan okur hâle gelebilir… Gazete, kitap, dergi ile başlayabiliriz okumaya… Sonra sıra kendimize gelir… Kendimizi okumaya… “Kitap bir limandı benim için. Kitaplarda yaşadım ve kitaplardaki insanları sokaktakilerden daha çok sevdim.” (Cemil Meriç)… Kitapta kendini okumak böyle bir şey mi? Kim bilir belki “Kitaplar inanılmak için değil, sorgulamalara konu olmak içindir. Bir kitabı değerlendirirken onun bize ne söylediğini değil, ne mânâya geldiğini sormalıyız.” (Marquez)… Gerçek olan, “OKU emri anlamını bilmeden okumak olmamalıydı. Anlamı kavramadan okunacak bir şey hayata uygulanamaz, yaşanamazdı.” (Cahit Zarifoğlu)… “İlim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir. Sen kendini bilmezsin, ya nice okumaktır?” (Yunus Emre)…

Ne okuduğumuz, ne yazdığımız, neye güldüğümüz, neyle iştigal ettiğimiz, neler söylediğimiz ve neler yaptığımız, bizi yansıtan ayna gibi… Nasıl yazdığımız, nasıl konuştuğumuz, nasıl okuduğumuz, nasıl güldüğümüz, nasıl davrandığımız ise, aldığımız eğitimi yansıtır… “Bir insanın nasıl güldüğünden terbiyesini, neye güldüğünden akıl seviyesini anlarsın.” (Mevlana Celaleddin-i Rumi)… Okuyan olalım ki, yazabilelim, konuşabilelim… Dinleyen olalım ki, yazabilelim, konuşabilelim… Yazıdan maksat bilgiyi sesle, kodla ya da bilindik veya bilinmedik bir biçimde kaydetmek olmalı… Medya yazılı, sesli, görsel, dijital vb. ortamlarda iletişimin ve bilginin yaygınlaşmasını sağlayan çok önemli bir güç… Bu güç, iyiye ya da kötüye ve bilgi kirliliğine açık bir güç… Bu güç, açık bulunan her bir durumda toplumlarda algılara ve yanılgılara farklı kapıların açıldığı ucu açık bir platform… Dedikodu seviyesinin doruk yaptığı medya platformu insanları etkileyen dijital bir silah… Mesele, okuryazar olmanın, dinleyen ve konuşan olmanın ötesinde… Esas mesele, dinleyebilen ve konuşabilen olabilmek; okuyabilen ve yazabilen olabilmek… Karın doyurmak ve susuzluğu gidermek için her şey yenmez, içilmez, mâlum… Her dinlenen, okunan, söylenen ve yazılan da böyle… Seçici olmak; seçkin olmak, seçilmiş olmak gerek… Vakit kıymetli, vakit büyük bir nimet… Aslının fotokopisinin fotokopisi mesabesindeki sözlere, yazılara vakit ayıracak vaktimiz olmamalı… Bir kelimenin bozuk plak gibi farklı sözcüklerle tekrarlandığı yazılara vakit harcamak vakit israfı… Okunacak yazıların önceden belirlenmesi ve planlı olunması önemli… Sonrası, dinlemek ve okumak… Dinlememek ve okumamak; ham kalmaktır; okumayı zül görmektir, yobazlıktır… Dinlemeden konuşanın ve okumadan yazanın işi, yalan dolandır…

Okurken vakit kazanmanın en kolay yolu; hızlı okuma tekniklerini kullanabilmek… Okurken bilinçli olabilmek, okuma türlerine göre okumakla olur… Okuma vetiresi/süreci, okumadan önce, okuma sırasında ve okuma sonrasında yapılan etkinlikler ile alâkalı… Okuduğunu anlama faaliyeti hızlı, detaylı bir şekilde bilgi edinme, sorun çözme ve keyfe keder vb. değişik maksatlar ile yapılabilir. Okumadaki gayemiz bilgiye ulaşmak, bilgiyi doğru ve anlamlı uygulayarak davranış hâline getirebilmek olmalı… Okuduğumuzu anlama faaliyeti hızlı, detaylı bir şekilde bilgi edinme, sorun çözme ve keyfe keder vb. değişik maksatlar ile yapılabilir. Not tutmada ve çıkarmada altını çizmek, yuvarlak içine almak, kelime ya da ifadeyi belirgin hâle getirmek vb. farklı teknikler kullanılabiliriz… Bireysel özelliklerimizin (sağ/sol beyinli, görsel/işitsel/çoklu zekâlı vb.)  farkına vardığımızda daha etkin, kalıcı ve kazanım odaklı okuyabiliriz… Kodlama ve hafıza tekniklerini kullanarak, üretken, kalıcı ve akılcı okuyabiliriz… Böylece, elimizdeki notlara hiç bakmadan konuşulacak mevzuyu hatırlayabiliriz… Ancak hepsinden daha önemlisi, öncelikle, okuma, dinleme, yazma ve konuşma becerilerinde uluslararası standartlara sahip olmamız ve okunacak yazıları belirleyebilmemiz lâzım… Yazının muhtevası algılanmadan, içeriği doğru olmayan, zararlı olan ve bilgi kirliliği ile dolu bir yazı okunduğunda, okuyana eziyet hâline gelir ve okuyanı ifsat eden bir vakit kaybı olur… ‘Eskiden bir kitabı yapraklarının hışırtısını hissederek okurduk’ tarzı düşünce ucuzluğundan da arınarak okunacak yazıyı okumalıyız… Okunacak yazıya ulaşıp gözümüz, kulağımız ve beynimiz ile bütünleştirerek öz değerlerimizle gönül penceremizden süzmeliyiz okuduğumuz her okunacak yazıyı… Yazı deyip geçmeyelim… Yazı, geçmişimiz, bugünümüz ve geleceğimiz demek… Ne okuduğumuz, ne yazdığımız, neye güldüğümüz, neyle iştigal ettiğimiz, neler söylediğimiz ve neler yaptığımız, bizi yansıtan ayna gibidir… Nasıl yazdığımız, nasıl konuştuğumuz, nasıl okuduğumuz, nasıl güldüğümüz, nasıl davrandığımız ise aldığımız eğitimi yansıtır… “Bir insanın nasıl güldüğünden terbiyesini, neye güldüğünden akıl seviyesini anlarsın.” (Mevlana Celaleddin-i Rumi)… Yazıdan maksadımız, sadece bilindik tarz (kitaplar değil), bilginin sesle, kodla ya da bilindik veya bilinmedik bir biçimde kaydedilmesi, görsel ve işitsel medya vb. platformlar…

Dinlemek, izlemek, okumak; gezerek inceleyerek ve özellikle düşünerek çilesi çekilerek yapılan anlama algılama ve bütün bu uğraşıları kazanım hâline getirebilme mücâdelesidir… Okumak, bir ‘boş zaman aktivitesi’ olmaktan ziyade; iyi bir alışkanlık, iyi bir prensip ve kişinin kendisini geliştirebilme ve donanımlı hâle getirilebilme çabasıdır… Okumak, yazılanı söyleneni görüleni işitileni okumanın bir adım sonrasında başlayan yazılmayanı söylenmeyeni görülmeyeni işitilmeyeni de okuyabilmek vetiresi/süreci… Öyle bir okuyalım ki, takıntıları, saplantıları kişiliğimize etiketlendirmeden, özümüzü sorgulayabilelim, öz değerlerimize göre hareket edebilelim…

Arkadaş seçmekte gösterdiğiniz titizliği, hatip ve yazar seçmekte de göstermek mühim… Bundan da önemli olan, “Kendimizden ne kadar habersiz olduğumuzu yazdıklarımızı yeniden okurken anlarız.” (Paul Walery) gerçeği… Selam, sevgi ve saygılarımla.




Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *