TARİH…

1111

Zaman (vakit), takvim ve tarih… Vakit, dönem, zaman, an, çağ, aralık, devir, dem… Vakit, bir işe ayrılmış veya bir iş için alışılmış saatler… Vakit, belirlenmiş olan zaman… Vakit, zaman anlatan kelimelere belirtilen durumunda geldiğinde ‘iken’ anlamı veren söz… Vakit, geçim, para bakımından elverişli durum… Takvim, zamanı yıllara, aylara ve günlere ayıran yöntem; bir yılın günlerini, aylarını, sayılı günlerini gösteren, değişik biçimlerde yapılmış çizelge veya defter; yapılacak bir işin türlü evrelerini zamana bağlı olarak gösteren program… Tarih, insanlık geçmişini inceleyen, kaydeden, olayların, kişilerin, toplumların, kültürlerin ve devletlerin geçmişteki gelişimini, değişimini ve etkileşimini araştıran ve açıklayan bilim… Tarih, geçmişi anlamak, bugünü açıklamak ve yarına ışık tutmak için geçmiş dönemlerde yaşayan insan topluluklarının yaşayışlarını, yaratmış olduğu kültürlerini, birbirleriyle olan ilişkilerini yer ve zaman göstererek inceleyen, nedenleri, sonuçları ve yorumlarıyla günümüze aktaran bilim… 

Zaman ve takvim olmadan tarih, tarih olurdu… Zaman… Saat… “Saat beş dedi mi, bir yırtıcı zil; sayım var, maltada (cezaevlerinde mahkûmların kaldığı koğuşların açıldığı uzun ve geniş koridorda)  hizaya dizil! Tek yekûn içinde yazıl ve çizil! – … Çaycı, getir, ilâç kokulu çaydan! Dakika düşelim, senelik paydan! Zindanda dakika farksızdır aydan. Karıştır çayını zaman erisin; köpük köpük, duman duman erisin!” (Necip Fazıl Kısakürek)… Saat, hepimiz için aynı hızda ilerlemekte… Saati geriye saymak ve zamanı geriye almak mümkün olsa, neleri tekrar yapar, neleri tekrar yapmazdık? Zaman çabuk çabuk mu geçiyor? Biz mi bizden çabuk geçiyoruz? Ya da birbirimizden mi vazgeçiyoruz?  Mâzi, geçmiş, geçmiş zaman… Âti, gelecek… Mâzi ve âti (geçmiş ve gelecek)… Geçmiş… İş, işten geçmeden geçmişe doğru yelken açmak doğru; projeleri hayata geçirmek için geleceğe kürek çekmek doğru… Geçmiş ve geleceği bugünden geriye ya da ileriye sarmak ne kadar doğru? Evvel mi, ezel mi, mâzi mi, dün mü, geri mi? Evvel zaman içinde kalbur saman içinde ne masallar dinlemiştik dijital dünya yokken… Bu, mâzide kaldı… Sonuç, geride gelen her an, tarih oluyor… Gelecek… Yarın mı, encam mı, ileri mi, istikbâl mi, âti mi, bekâ mı? Devletimizin bekâsı (kesintiye uğramadan geleceğe doğru sürüp gitmesi) mühim… Gelecek diye diye, nereye varır bu işin encamı? Encam, son, bitim, nihayet… Bir geri iki ileri, mehter yürüyüşü, sonuçta bir ileri gitmek… Ya hep geriye ya da ileriye gitmek neyin nesi olabilir? Geçmişi olmayan, tarihi olmayan, bugüne; bugünü olmayan geleceğe köprü kuramaz…  Mâzimizle,  kadim medeniyet değerlerimizle iftihar edecek pek çok şeylerimiz mevcut… Türkiye’mizin istiklâli ve istikbâli tek ikbâlimiz… “Yarınlar yorgun ve bezgin kimselere değil, rahatını terk edebilen gayretli insanlara aittir.” (Cicero)… Mâziyi silerek âtiye tutunamayız… Önemli olan hem ikbâlin (tâlihin ve baht açıklığının, mutluluğun, saâdetin) bize öğrettiklerini, hem idbarın (tâlihin insana yüz çevirmesinin, tâlihin ters dönmesinin, tâlihsizliğin, bahtsızlığın) bize öğrettiklerini hatırlayabilmek… İkbâli özümseyebilelim ki, idbara tahammül gösterebilelim… Hayat, istikbâlle alâkalı mücadele… Hayat, mâzide yapılanlara, tarihte kalanlara takılı kalmaktan ve takıntılı olmaktan ibaret değil… “Türk Milleti tarihe damgasını İstiklâl Harbi ile vurdu. İstiklâl Harbi İstiklâl Marşı’nın temin ettiği mantık ve iradeyle kazanıldı.” (İsmet Özel)…

İstikbâlimizi/geleceğimizi teminat altına almakla ve bunun için her daim gayret göstermekle mükellefiz… Bugünden yarına, yarından sonrasına ulaştığımız gün, tarihte kalanlara, olup bitenlere değil, yapamadıklarımıza üzülelim… Tarihin çöplüğü hâline gelmeyelim… Tarihte iz bırakalım, tarih olmayalım… Tarihi hep yaşamış ve tarihe yön vermişiz… Ancak, tarih yazımı konusunda pek başarılı olamamışız… Daha ziyade yabancıların yazdıklarını kaynak olarak kullanmışız… Tarih yazımı, maalesef, Türkiye’de yaygınlaşamamış bir alt disiplin…  Üzücü olan, Joseph von Hammer-Purgstall (9 Haziran 1774, Graz – 23 Kasım 1856, Viyana, Avusturyalı tarihçi, diplomat ve Doğu bilimleri uzmanı) tarafından yazılan ‘Osmanlı tarihi’nden (10 cilt) Osmanlıyı öğrenmek zorunda kalmamız… Gerçekten, kendi tarihimizi yabancı tarihçilerden öğrenmek ve kendi tarihimizi doğru tahlil edememek içler acısı durum… Daha kötüsü, “Tarihten öğrendiğimiz tek şey, tarihten hiçbir şey öğrenmediğimizdir.” (Georg Wilhelm Friedrich Hegel, 27.08.1770, Stuttgart – 14.11.1831, Berlin) acı gerçeği…

Tarihçilik, hem çağın gerekliliklerine uygun hareket etme zorunluluğu hem daha önceki tarih yazıcılığı metotlarını aşma isteğiyle ilerlemeli… Tarih nedir, nasıl yazılır? Tarih; bir bilim dalı, toplumları, milletleri, kuruluşları etkileyen hareketlerden doğan olayları zaman ve yer göstererek anlatan, bu olaylar arasındaki ilişkileri, daha önceki ve sonraki olaylarla bağlantıları, karşılıklı etkilenmeleri, her milletin kurduğu medeniyeti inceleyen bir disiplin… Tarih, geçmişi anlamak, bugünü açıklamak ve yarını yapılandırmak için geçmiş dönemlerde yaşananları yer ve zaman göstererek inceleyen, nedenleri, sonuçları ve yorumlarıyla günümüze aktaran bir bilim… Tarih; zamanın ve mekânın bize sunduğu hâdiseleri araştıran ve tasvir eden bilim dalı… Tarih; geçmişin günümüze ve geleceğe aktarılması… Tarih; geçmişte kalan hayatın araştırılması… Tarih; geçmişte kalan olayların, bilgilerin deney ve gözleme dayanmadan, nesnel bir şekilde yansıtılması… Tarih; insanlığın aynası… Tarih; gerçekte, yaşanır, tecrübe almadıkça farklı versiyonlarda yaşanmaya devam edilir… Tarihte yaşananların kayda alınması vetiresi/süreci, yazılan tarih… ‘Tarihi çevir, nal sesi kısrak sesi’ demeden öteye gidemeyen yaklaşımlar, belgelere dayanmadıkça, tarih; bir fıkra, hikâye, roman, masal, efsane, ağıt ya da şiirden ibaret kalmaya mahkûm… Tarihini mürekkeple yazamayan, bilgisayar ortamına aktaramayan, kendini gökkuşağı sanan bir kuşağın tarih adına görebildiği, kendine dayatılan bilgi kırıntılarını öylesine okumak sadece… Kendimiz tarih olmadan, tarihte iz bırakmak; tarihten ders almaya bağlı dense de, tarihe, tarihlere takılmamak daha doğru… Doğumla başlayan tarihimizi, ölüm gelmeden bize dayatılan öğretilere kurban etmek, akıl kârı değil… Asıl mesele, tarihin, asıl ve doğru kaynaklardan öğrenilmesi

Tarihi, farklı bakış açılarından değerlendiren tarihçilerimizin eserlerinden okumak gerek… Uluslararası arenada tanınan tarihçilerimiz… Ahmed Cevdet Paşa (27 Mart 1822, Lofça – 26 Mayıs 1895, İstanbul, Tarih-i Cevdet adıyla bilinen ve Osmanlı tarihini anlatan on iki ciltlik ünlü eserin yazarı)… Resmî Efendi, Mehmet Fuad Köprülü, Ahmet Zeki Velidi Togan, İbrahim Kafesoğlu, Halil İnalcık, İlber Ortaylı, Ekrem Akurgal, Şevket Pamuk, Şerif Mardin, Fikret Adanır, Kemal Karpat, Niyazi Berkes, Ahmet Yaşar Ocak, Suraiya Faroqhi… Bir yanda, İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Enver Ziya Karal, Niyazi Berkes, Mustafa Akdağ, Osman Turan, Murat Gökhan Bardakçı, Şevket Süreyya Aydemir… Diğer yanda, Etyen Mahçupyan, Kadir Mısıroğlu, Mustafa Armağan, Nihal Atsız, Yavuz Bahadıroğlu (Niyazi Birinci), Yusuf Kaplan, Prof. Dr. İskender Pala, Prof. Dr. Ahmet Şimşirgil, Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci… Okunacak farklı kutuplarda yüzlerce kitap var… Tarih okumaya bir yerlerden başlamak en iyisi galiba… İlk aklımıza gelen kitaplar… İlber Ortaylı‘nın hocası, Tarih Profesörü Halil İnalcık tarafından yazılan kitaplar… Ahmet Kabaklı tarafından yazılan ‘Temellerin Duruşması’ (1-2)… Turgut Özakman tarafından kaleme alınan, Kurtuluş Savaşı’nı, o dönemde yaşayan sıradan insanların gözünden anlatan, belgesel tarzında bir tarih romanı ‘Şu Çılgın Türkler’… Murat Bardakçı’nın, Osmanlı İmparatorluğu’nun son padişahı 6. Mehmed Vahideddin (Sultan Vahideddin) hakkında yazdığı ‘Şahbaba’ adlı kitap… Mustafa Müftüoğlu (Mustafa Hayreddin Tatlısu) tarafından yazılan ‘Yalan Söyleyen Tarih Utansın’ adlı kitap… Kadir Mısıroğlu tarafından yazılan ‘Lozan Zafer Mi? Hezimet Mi?’… Yeter ki, birçok farklı zaviyeden yazılan kitapları okumaya başlayalım, meselâ TBMM’nin orijinal tutanaklarını okuyup anlayabilelim… Tarih, tarihî belgeler okundukça, geçmişin derinliklerine inilir ve bugünün dünyasını şekillendiren olaylar daha iyi anlaşılır… Tarihî belgeler, yalnızca tarihî olayların doğruluğunu teyit etmekle kalmaz, aynı zamanda farklı perspektifler ve yorumlarla tarihe yeni bakış açıları ve yaklaşımlar kazandırır…

Yalan yazan tarih utansın’ demek, ne kadar doğru acaba? Utanacak olan, utanması gereken; tarihi kaleme alan, elindeki kalemi başkalarına tutturan, yanlı yazan… Tarihi suçlamak doğru değil, tarihi çarpıtarak yazana hesap sorulmalı… Tarihi, belgeleriyle okumak, farklı bakış açılarıyla okumak ve algılamak gerek… Selam, sevgi ve saygılarımla. https://bit.ly/muzafferceven kanalımı takip etmeniz dileğiyle…




Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *