CEM OLMAK…

1111

                Cem (Arapça, Farsça), toplanma, toplantı, bir araya gelme, güzellik, hoşluk, cemaat, birleşme, hükümdar, melik, şah anlamında… ‘Cem’, cami ve cemaat, aynı kökten gelen sözcük… Cem, Alevilerin, Bektaşilerin toplanıp, bir Dede’nin gözetiminde, önderliğinde yerine getirdikleri, birlikte yaptıkları, katil, hırsız, yolsuz, düşkün kimselerin katılamadığı, ruhen yenilenme, yıkanma, toplumsal ve bireysel sorgulanma içerikli, ayrıntılı kuralları olan ibadet (https://tr.wikipedia.org/wiki/Alevilikte_dini_ayinler )… Cem’de bulunanlar, toplumda hesap vermekle yükümlüdürler; birbirlerinden “razı olmak” zorundadırlar… Cem’de bulunan bir kişi başka birine dargınsa, bu iki kişinin dargınlıkları giderilmeden, barışmaları sağlanmadan Cem’e başlanmaz… Cem’ul-cem, tasavvufta sahv (bekâ, uyanıklık) makâmı… Cem’ul cem makamının ehli; insan-ı kâmil vasfını kazanandır, ne halk ne de Hak ile mahcub (perdelenmiş, örtülü) olmayan, eşyanın (madde ve enerjinin, varlıkların) vücudunu bâtınî yönden Ayn el-Hakk (Ben Hakk’ım, Hak’tan gayrı değilim) olarak görendir, hem eşya ile kayıtlı (bağlı, bağıntılı) hem marifetullah (Allah’ın zatı, sıfatları, fiilleri ve isimleri hakkındaki bilgi) perspektifinden bakıldığında eşyanın üstünde, eşya ile kayıtsız olandır… Cem; Hz. Süleyman’ın ve Büyük İskender’in lâkabı… Cem, 2. Mehmed (Fatih)’in Çiçek Hatun’dan olma en küçük oğlu ve taht mücadelesi yaptığı ağabeyi 2. Bayezid’in küçük kardeşinin ismi…  

                Cem olmak, toplumsal bağları güçlü kılmak… Toplum, insanların bir araya gelerek oluşturduğu bir yapı…  Cem olmak, bireylerin birlikte hareket etmesi, dayanışma göstermesi ve ortak amaçlar doğrultusunda bir araya gelmesi… Cem olmak, toplumun dayanıklılığını ve sağlamlığını artıran unsur… Cem olmak; toplumda hoşgörü ve anlayışın yayılmasına da katkı sağlar… Cem olmak; toplum içindeki sosyal ilişkilerin sağlamlığını artırır,  insanların daha mutlu olurlar… Cem olmak, toplumda bireylerin dayanışma, yardımlaşma ve birlikte hareket etme duygularını güçlendirir… Cem olanlar; farklılıklara saygı duyarlar, birbirlerini anlamaya çalışırlar…  Cem olan (bir araya gelen) insanlar, güçlü bir topluluğun paydaşları olurlar, zorlukları daha kolay aşabilirler… Cem olanlar, birbirlerine destek olurlar, birlikte hareket ederler… Cem olma bilinci, cem olanların pratiklerini geliştirebilmeleri, daha güçlü ve uyumlu olabilmeleri bakımından çok önemli…

                Cem olmak, ‘iki el bir baş olma’nın toplumsal versiyonu… “İki el bir baş içindir.” (Atasözü)… İki el bir baş, bir bireyi yansıtır… Ancak, mârifet, nice başlara ve ellere el vermektir; iki elin ve bir başın, ‘el ele baş başa’ yaklaşımıyla diğer ellerle ve başlarla birlikte olabilmesidir… Mesele, kendi ihtiyaçlarımızı karşılayabilmenin bir adım ötesi… Paylaşmayı becerebilmek, başkalarına kol kanat gerebilmek meselesi… Paylaşılan, azalmaz çoğalır; cem olunca (birlik olunca), dirlik olur… Başların baş başa vermesi, ellerin el ele vermesi gerek… Bu; iki ya da daha fazla başın, başları iki farklı tarafa çekmeden, el ele verilmesiyle olmalı… Bu ne demek? Bir toplumu veya bir topluluğu ayrıştırarak iki üç kutup hâline getirerek yönetmek ve yönlendirmek değil… Bu, toplumda anlaşmazlığın çıkmasına, kaos/kargaşa olmasına ve düzenin bozulmasına engel olup cem olmak, yekvücut olmak demek… Hangi baş, baş tacı olmalı? Başın başı, başın da başı var… Ya Devlet başa ya kuzgun leşe… Ya baş ile başarılır, büyük bir varlığa ve makama ulaşılır ya da baştan elden ayaktan olunur; darmadağın, toz duman olunur… Ayaklar baş, baş ayak olmadan; aklımızın başımıza gelmesi ve şartlar ne olursa olsun, cem olunması şart!

                Cem olmalıyız; başımız dik, ellerimiz ve yüreğimiz hilâl olmalıyız… Elbette, baş nereye giderse, el-ayak da oraya gider… Gidilen yer, başa bağlı… Başa gelen çekilir. Sil baştan yapsak da çare yok… Başın belâsı, ukala baştan çıkar… Dert bu, başa gelmeyince bilinmez… Başı, acemi berbere başı teslim ettikten sonra, tek yapılacak şey, cepte pamuk bulundurmak… Baş yastığı, başın derdini bilmez… Başın sağlığı, dünya varlığına değer… Bütün mesele, başı, iki elin arasına alıp akletmekte, her bir şeyi beyin gönül fırtınasında bir damla fikir haline getirebilmekte, taşı gediğine koyabilmekte, kilit taşını yerli yerine koyabilmekte ve ‘başı sallayarak kavuk eskimez’ anlayışından başımızı ve gönlümüzü berî tutabilmekte… El-ayak çamurda olduktan sonra, cem olamadıktan sonra, başımız göklere yükselse, ne yazar… Bütün iş, Ahi Evran’ın yoluna baş koyabilmekte… “Eline, beline, diline sahip ol (Hacı Bektaş-ı Veli); kalbini, kapını, alnını açık tut… Ahi’nin (kardeşin) eli, kapısı, sofrası açık olmalı; gözü, beli ve dili kapalı olmalı…” (Ahi Evran)… Hak bildiğimiz yolda yalnız da kalsak, bırakın, başımız ağrısın… İnsan olmanın bedelidir, düşünce çilesi… İnsan kalabilmenin bedeli ise, iki elimizle bir başımızla biz siz birlikte bizsiz olan başlara baş olabilmektir, cem olabilmektir…  Güçlü olmanın bedeli de, ellerimizi gereğinde yumruk hâline getirebilmektir, cem olup birlikte beynimizle-gönlümüzle hareket edebilmektir… Elbette “Yumruk, kafaya tâbi olmak zorundadır.” (Necip Fazıl Kısakürek)…

                Cem olmanın önemini bildiğimiz hâlde, neden mi cem olamıyoruz? Cevap net aslında… Kadim medeniyet değerlerimizi içselleştiremediğimiz için… İbn-i Sînâ’ları, Hacı Bektâş-ı Velî’leri bilemediğimiz için… Nice bilim ve gönül adamlarımızı tanımadığımız ve onların açtığı yolda yürümediğimiz için… Kaçımız haberdarız, tarihe yön veren kadim medeniyet değerlerimizin temsilcilerinden? Meselâ, Hekimlerin pîri İbn-i Sînâ’dan… İlk robotun mûcidi Cezerî’den… Denizlerin Parlayan Yıldızı Pîri Reis’ten… Matematik dehâsı Cahit Arf’tan… Göklerin Fatihi Ali Kuşçu’dan, Birunî’den, Ferganî’den, Uluğ Bey’den… Filozofların üstadı Fârâbî’den… İbn-i Haldun’dan… Hacı Bektâş-ı Velî’den… İsimlerini zikredemediğimiz nicelerinden… Ne mi yapmalıyız? Kızılelma ülküsüyle kendimize gelmeliyiz, cem olmalıyız, sonrasında her birimizin görevlerimizi ve sorumluluklarımızı yerine getirmeliyiz… Kızılelma ülküsüyle hemhâl olmalıyız… Tarihimizde, Kızılelma; Ergenekon Destanında Ergenekon’dan dışarıya çıkma ve kaybedilmiş eski yurdumuzu geri alma ülküsü… Cebeli Tarık’tan Hicaz’a Balkanlardan Asya’ya tüm insanlığın hasretle beklediği ülkü… Malazgirt’ten İstanbul’un Fethine destanların yazıldığı kutlu yürüyüş… Kızılelma, gölgesinde nice mazlumun serinlediği ulu çınar… Kızılelma, ‘birlik ve dirlik’… Kızılelma, dili Türkçe olan devletlerin bir arada olması, ortak hareket etmesi, ortak siyasi ve ekonomik kararlar alması ve uygulaması… Türk Devletleri Teşkilatı… Dünyamızın refahı için gerekli olan Türk Birliği…

 Cem olabilmek için büyük düşünmek gerek… Büyük düşünmeye güzel bir misâl… Ünlü bir bilge, kralın sarayının kapısına gelmiş… Muhafızlar, bilgeye hürmet ettikleri için ona dokunamamışlar… Bilge, kralın tahtında oturduğu odaya girmiş… Kral, bilgeyi saygıyla ayakta karşılamış ve sormuş: “Ne istiyorsun? Sana nasıl yardım edebilirim?” Bilge: “Bu handa uyuyacak bir yer istiyorum.” demiş…  Kral kızarak; “Ama burası han değil ki, benim sarayım.” demiş… Bilge; “Sorabilir miyim: Senden önce bu sarayda kim yaşıyordu?” demiş… Kral, “Babam. O öldü ama.” demiş… Bilge, “Ondan önce kim yaşıyordu?” diye sormuş… Kralın cevabı: “Büyükbabam. O da öldü.”… Bilgenin cevabı dehşetli, büyük: “O zaman burası insanların kısa bir süreliğine gelip kaldığı, sonra da terk edip gittiği bir yer demek ki… Neden ona han demeyeyim?”… Selam, sevgi ve saygılarımla. https://bit.ly/muzafferceven kanalımı takip etmeniz dileğiyle…




Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *