KANLA YAZILAN TARİH…

1266

Tarih nedir, nasıl yazılır? Tarih; bir bilim dalı, toplumları, milletleri, kuruluşları etkileyen hareketlerden doğan olayları zaman ve yer göstererek anlatan, bu olaylar arasındaki ilişkileri, daha önceki ve sonraki olaylarla bağlantıları, karşılıklı etkilenmeleri, her milletin kurduğu medeniyeti inceleyen bir disiplin… Tarih, geçmişi anlamak, bugünü açıklamak ve yarını yapılandırmak için geçmiş dönemlerde yaşananları yer ve zaman göstererek inceleyen, nedenleri, sonuçları ve yorumlarıyla günümüze aktaran bir bilim… Tarih; zamanın ve mekânın bize sunduğu hadiseleri araştıran ve tasvir eden bilim dalı… Tarih; geçmişin günümüze ve geleceğe aktarılması… Tarih; geçmişte kalan hayatın araştırılması… Tarih; geçmişte kalan olayların, bilgilerin deney ve gözleme dayanmadan, nesnel bir şekilde yansıtılması… Tarih; insanlığın aynası… Tarih; gerçekte, yaşanır, tecrübe almadıkça farklı versiyonlarda yaşanmaya devam edilir… Tarihte yaşananların kayda alınması vetiresi/süreci, yazılan tarih… Düşünmemiz gereken, kayda alınan tarihin yanlı mı, yansız mı olduğu? Bu, çok su götüren, üzerinde mutabık kalınamayan nokta… ‘Tarihi çevir, nal sesi kısrak sesi’ demeden öteye gidemeyen yaklaşımlar, belgelere dayanmadıkça, tarih; bir fıkra, hikâye, roman, masal, efsane, ağıt ya da şiirden ibaret kalmaya mahkûm… Eli mahkûm, gönlü paslı, aklı kiralık tarihçiler, ne kadar tarafsız olabilir ki? Tarihî kaynaklarımız evrensel değerlerle, millî şuurla ve belgelerle beslenmedikçe, tarih; masaldan yalandan dolandan avunmalardan oluşan söylemlerin kâğıda dökülmüş, tozlu rafların vazgeçilmez aksesuarları olarak kalmaya devam edecek…

                Tarihini mürekkeple yazamayan, bilgisayar ortamına aktaramayan kendini gökkuşağı sanan bir kuşağın tarih adına görebildiği, kendine dayatılan bilgi kırıntılarını öylesine okumak sadece… Böylesi bir tarih, gerçeklerin üzerinin çizilmesi demek… Böylesi bir tarih, yalnız takvimlerde kalmış bir zaman göstergesi olabilir… Tarihini bilmeyen, tarihinden ders alamayan biri; kök salmamış, günü kurtarmak maksadıyla dikilmiş süs ağacı gibidir… Kanla yazılan tarih… Canların feda edildiği, alın terinin harç yapıldığı, uğruna türkülerin yakıldığı tarihî bir olayı anlayabilmek; kanla yazılan tarihin, mürekkeple doğru yazılabilmesine bağlı… Tarihin sayfaları karmaşık ve çarpıtmalarla dolu olabilir, ancak, tarih sahnelerinde yaşanılan gerçeklerin, dimağlarda ve yüreklerde kaydedilmesini kim önleyebilir?  Kim bilir, belki de ilerleyen teknolojiyle yakın gelecekte, dağlara taşlara toprağa suya ve havaya yazılan tarih okunabilecek… Maddenin ve mananın kucaklaştığı bir noktada her bir şey ayan beyan olacak… Hiçbir şey rastgele olamaz… Her bir şey, planlı programlı ve kayıt altında… Genlerin yapısı, beyinleri yakan bir gücün habercisi… Kayıt altında her bir şey, belli…  Her an her şey olabilir… Yeter ilimde derinleşebilelim… Dünün dünyasında hayâl olan bir şey, bugünün dünyasının gerçeği… Bugünün hayâl olan her şeyi de, yarının gerçeği… Küçücük belleklere sığdırılan binlerce kayıtlar, bunun ispatı… Birilerine ‘beyni sulanmış’ diyenlere bir hatırlatma!   %73’ü sudan oluşan beynimizin kapasitesi tahminî olarak 2.500.000 gigabayt… Su olmadan, beyin ne işe yarar ki… Beynimizde depolan verilerin, bilindik ya da bilinmedik maddenin, var olanın içeriğinde depolanmadığının garantisi var mı?  “Gün gelecek, dilleri, elleri ve ayakları yapmış oldukları bütün kötülükleri tek tek bildirerek, aleyhlerinde şahitlik edecektir.” (Nur, 24/24)… “O gün mühür vuracağız ağızlarına, elleri bize söyler, ayakları şahitlik eder, kendi yaptıklarına.” (Yasin, 36/65)…

                Haksızlığın, kan dökmenin, cana kıymanın ve her bir şeyin kayıtta olduğunun ispatı, Hak buyruğu:  “Hani sizden ‘Birbirinizin kanını dökmeyin, birbirinizi yurtlarınızdan çıkarmayın’ diye misak almıştık. Sonra sizler bunu onaylamıştınız, hâlâ (buna) şahitlik ediyorsunuz.” (Bakara Suresi, 84)… Kanla yazılan tarihin dile geldiği, tarihî belgelerin gün yüzüne çıktığı bir günde, yapanın yanına kâr kalmayacağı anda, kim gerçekleri ters yüz edebilir ki? Zamanın geriye sarıldığı, büküldüğü, hesapların görüldüğü, kayıtların harekete geçirildiği anda, kim neyi nasıl saptırabilir ki?  Kayıtların tutulmadığı, yapılan zulümlerin ve haksızlıkların hesabının görülmediği düşünüldüğünde, yaşamayı anlamlı kılan ne olabilir ki… Tahrip olduk, tarih olduk‘ diyerek,  kendimizden vazgeçerek, her bir şeyden kayıt dışı kalarak, nereye kadar avunabiliriz?  Keşki, insanlık tarihini kanla değil; sadece sevgiyle ve doğru bilgiyle yazabilseydik…

                ‘Yalan yazan tarih utansın’ demek ne kadar doğru? Utanacak olan, utanması gereken; tarihi kaleme alan, elindeki kalemi başkalarına tutturan, yanlı yazan… Tarihi suçlamak doğru değil, tarihi çarpıtarak yazana hesap sorulmalı… Tarihî hadiseleri, kurgulara, düzmece söylentilere aktarmak en büyük insanlık suçu… Katil, öldürdüklerinden yargılanır, ya insanlığı katleden?  Maalesef, güvenilmeyen yalan olan, tarihî gerçeklere dayanmayan, kaynak göstermeyen, ideolojik veya siyasî amaçlı olarak yazılmış o kadar çok tarih kitapları var ki… Belgeye dayanmayan, olayları çarpıtan, yanlış bilgiler veren veya eksik anlatımlar yapıp okuyucuları yanıltan tarih kitapları… İşin vahameti, doğru kaynaklara ulaşıldığında da kitapların artık okunamayışı… Eski Türkçe metinleri okuyamaz hâle gelen bir toplumu manipüle etmek hiç zor olmasa gerek… Tarih, tarihî vakaların ne zaman olduğunu bilmekten ibaret değil… Tarihi anlamak için, doğru, bilimsel, tarafsız lâkin millî taraf bakış açısıyla sormak, sorgulamak, taşları yerine oturtmak ve analiz etmek gerek… Tarihi, belgeleriyle okumak, farklı bakış açılarıyla okumak ve algılamak gerek… Tarihi, farklı bakış açılarından değerlendiren tarihçilerimizin eserlerinden okumak gerek… Uluslararası arenada tanınan tarihçilerimiz… Ahmed Cevdet Paşa (27 Mart 1822, Lofça – 26 Mayıs 1895, İstanbul, Tarih-i Cevdet adıyla bilinen ve Osmanlı tarihini anlatan on iki ciltlik ünlü eserin yazarı)… Mehmet Fuad Köprülü, Ahmet Zeki Velidi Togan, Halil İnalcık, İlber Ortaylı, Ekrem Akurgal, Şevket Pamuk, Şerif Mardin, Fikret Adanır, Kemal Karpat, Niyazi Berkes, Ahmet Yaşar Ocak, Suraiya Faroqhi… Bir yanda İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Enver Ziya Karal, Niyazi Berkes, Mustafa Akdağ, Osman Turan… Diğer yanda Etyen Mahçupyan, Kadir Mısıroğlu, Mustafa Armağan, Nihal Atsız, Yavuz Bahadıroğlu, Yusuf Kaplan… Okunacak farklı kutuplarda yüzlerce kitap var… Tarih okumaya bir yerlerden başlamak en iyisi galiba… İlk aklımıza gelen kitaplar… İlber Ortaylı‘nın hocası, Tarih Profesörü Halil İnalcık tarafından yazılan kitaplar… Ahmet Kabaklı tarafından yazılan ‘Temellerin Duruşması’ (1-2)… Turgut Özakman tarafından kaleme alınan, Kurtuluş Savaşı’nı, o dönemde yaşayan sıradan insanların gözünden anlatan, belgesel tarzında bir tarih romanı ‘Şu Çılgın Türkler’… Üzücü olan, Joseph von Hammer-Purgstall (9 Haziran 1774, Graz – 23 Kasım 1856, Viyana, Avusturyalı tarihçi, diplomat ve Doğu bilimleri uzmanı) tarafından yazılan ‘Osmanlı tarihi’nden (10 cilt) Osmanlıyı öğrenmek zorunda kalmamız… Gerçekten, kendi tarihimizi yabancı tarihçilerden öğrenmek ve kendi tarihimizi doğru tahlil edememek içler acısı durum… Daha kötüsü, “Tarihten öğrendiğimiz tek şey, tarihten hiçbir şey öğrenmediğimizdir.” (Georg Wilhelm Friedrich Hegel (27.08.1770, Stuttgart – 14.11.1831, Berlin) acı gerçeği…

                Kendimiz tarih olmadan, tarihte iz bırakmak; tarihten ders almaya bağlı dense de, tarihe, tarihlere takılmamak daha doğru… Doğumla başlayan tarihimizi, ölüm gelmeden bize dayatılan öğretilere kurban etmek, akıl kârı değil… Asıl mesele, kanla yazılan tarihin, asıl ve doğru kaynaklardan canla başla candan okunması… Selam, sevgi ve saygılarımla.




Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *