MAĞLUBİYET…     

1636

Düşmanlarımızı mağlup edebilmek, nefislerimize mağlup olmamaya endeksli… Yaşadıklarımız acı tecrübeler haline geldikçe ve yenilgiyi kanıksadıkça mağlup olmak kaçınılmaz… Ders almadıkça tedbir almadıkça donanımlı hâle gelmedikçe içimizdeki ve dışımızdaki her bir tuzakla uğraşmak durumunda olmaya devam… Dost görünümlü düşmanlardan kurtulmadan gerçek zafer mümkün değil… Mağlubiyet/yenilgi yenebilmenin zafere ulaşabilmenin ilk basamağı belki… “Sakın kader deme kaderin üstünde bir kader vardır; ne yapsalar boş, göklerden gelen bir karar vardır. Gün batsa ne olur, geceyi onaran bir mimar vardır. Yanmışsam külümden yapılan bir hisar vardır. Yenilgi yenilgi büyüyen bir zafer vardır. Sırların sırrına ermek için sende anahtar vardır.” (Sezai Karakoç)

En kötüsü zafer sonrası yaşanan mağlubiyet… Vurdumduymazlıktır, mağlubiyet… Başkalarının rahatsızlığı üzerine kurgulanan rahat olma lüksünü gereklilik haline getirmektir, mağlubiyet… Komşumuzu, yakınımızı, çevremizdeki her bir kimseyi sürekli tedirgin kılmaktır mağlubiyet… Başkalarının üzüntülerinden sevinç çıkarmaktır mağlubiyet… Her ne uzmanı olursak olalım, kariyerimiz her ne olursa olsun, gelişime karşı olup bilimi bağnazlığa kurban etmektir mağlubiyet… Meselâ doktorun da hastanın da ihtiyacı olan nezâket ve adâlet yoksunluğudur mağlubiyet… Doktorun tedavi etmesi, işi gereği… Doktorun tedavi edilmesi ise edep-terbiye gereği… Hasta olanın hata ve yanlışına tedavi sürecinde sabredilmesi ve hastaya hoşgörü ile muamele edilmesi doktor olmanın bir icabı olarak öngörülebilirse istenmeyen sonuçların baştan önüne geçilebilir… Eğitimde bir öğretmenin yaramaz – uslu – çalışkan –tembel vb. diye öğrenci ayrımı yapması ne kadar doğru olabilir? Hastanın ima yoluyla dahi hiçbir ayrıma tâbi tutulmamasına hassasiyet gösterilmeli… Hasta, doktorun rakibi değil… Hastaya hasta muamelesi yapmak gerekir… Hasta bir insanın sözleri sağlıklı bir insanın sözleriyle aynı çizgide değerlendirilmemeli… Elbette doktora ve sağlık çalışanlarına şiddet uygulanması hiçbir şekilde hoş görülemez… Doktorun da hastaya nezaketsiz davranması hoş görülemez… Bir doktor, tıpta çalışma etiğinin yapısını düzenleyen Hipokrat Yemini[1] ile mesleğine bağlı olmakla mükelleftir; kendisini, ailesini, vatandaşını öldürmeye çalışan bir düşmanı bile tedavi etmek zorundadır… Kadim medeniyetimizde darü’ş-şifaların[2] işleyişinde Hipokrat yeminine uygun davranıldığının örneklerini görebiliriz…

Hipokrat yemin metni zaman içinde defalarca değişikliğe uğramış… Hipokrat dönemindeki özgün metinde tıp tanrısı Asklepios üzerine yemin edilirken, günümüzde onur üzerine yemin edilmekte ve yemindeki bazı ibareler çıkarılmış bulunmakta… Hipokrat yemininin orijinalinde “Gebe bir kadına çocuk düşürmesi için ilaç vermeyeceğim” ibâresi yer almakta idi… Osmanlı döneminde de hekimlerin ettiği Hipokrat yemininde, “Tesmimi usulünü ve iskat-ı cenin tarikının ne kimseye talim ne de kendim fiili mezkure cüret etmeyeceğime (Çocuk düşürme ve kürtaj yollarını kimseye öğretmeyeceğim ve kendim dahi uygulamayacağım)” cümlesi yer almakta idi… 1983 yılında kabul edilen 2827 sayılı Nüfus Planlaması Kanunu ile kürtaj serbest bırakılınca Hipokrat yemininden bu kısım kaldırıldı…  Türkiye’deki tıp fakültelerinin mezuniyet törenlerinde kullanılan ve Dünya Tabipler Birliği Cenevre Bildirgesindeki Hekimlik Andının en güncel tercümesi olarak Türk Tabipleri Birliği tarafından yayınlanan metin: “Hekimlik mesleğinin bir üyesi olarak; yaşamımı insanlığın hizmetine adayacağıma; hastanın sağlığına ve esenliğine her zaman öncelik vereceğime; hastamın özerkliğine ve onuruna saygı göstereceğime; insan yaşamına en üst düzeyde saygı göstereceğime; görevimle hastam arasına; yaş, hastalık ya da engellilik, inanç, etnik köken, cinsiyet, milliyet, politik düşünce, ırk, cinsel yönelim, toplumsal konum ya da başka herhangi bir özelliğin girmesine izin vermeyeceğime; hastamın bana açtığı sırları, yaşamını yitirdikten sonra bile gizli tutacağıma; mesleğimi vicdanımla, onurumla ve iyi hekimlik ilkelerini gözeterek uygulayacağıma; hekimlik mesleğinin onurunu ve saygın geleneklerini bütün gücümle koruyup geliştireceğime; mesleğimi bana öğretenlere, meslektaşlarıma ve öğrencilerime hak ettikleri saygıyı ve minnettarlığı göstereceğime; tıbbî bilgimi hastaların yararı ve sağlık hizmetlerinin geliştirilmesi için paylaşacağıma; hizmeti en yüksek düzeyde sunabilmek için kendi sağlığımı, esenliğimi ve meslekî yetkinliğimi korumaya dikkat edeceğime; tehdit ediliyor olsam bile, tıbbî bilgilerimi, insan haklarını ve bireysel özgürlüklerini çiğnemek için kullanmayacağıma; kararlılıkla, özgürce ve onurum üzerine; ant içerim.

Özellikle insana hizmet odaklı işlerde çalışanların iletişim becerileri, stres ve öfke kontrolü konularında eğitimden geçirilmeleri önemli… Maalesef her meslekten çürük cevizler çıkabilmektedir. Öğretmen hata veya yanlış yaptı diye Eğitimi, polis hata veya yanlış yaptı diye Emniyeti, asker hata veya yanlış yaptı diye Orduyu, hâkim hata veya yanlış yaptı diye Adaleti, basın mensubu hata veya yanlış yaptı diye Basını, doktor hata veya yanlış yaptı diye Tıp personelini suçlamak doğru olamaz. “Pirincin içindeki siyah taşlardan değil, beyaz taşlardan korkacaksın.” (Japon Atasözü). Bize düşen görev, sağduyulu davranmaktır; acıyan sol tarafımızla davranmaktır; derin düşünmektir ve Devlet ve Milletimize taraf olmaktır… Her meslek mensubunun uyması gereken etik kurallar bellidir… Kamu görevlileri etik kurallara ve etik mevzuata (http://www.etik.gov.tr/etik-mevzuatı/) tâbi…

Nefsine hâkim olamayan, hiçbir şeye hâkim olamaz.” (Emile Zola)… Mühim olan özümüze, sözümüze, söylediğimize, söz verdiğimize sahip olmaktır ve kesinlikle gereğini yapmaktır… Bir anlık öfkemize esir olmak, geleceğimizi, kariyerimizi mağlubiyet üzerine inşa etmektir… Hayatımızda millî hâkimiyet esas; hak, hakkaniyet, adalet kıstas; “Vatan sevgisi imandandır.”  (Hadis-i Şerif) mikyas olmalı… “Yolunuza engeller çıkacak, başarısızlıklar olacak, düşmanlarınız, yaptığınız işe karşı gelenler bazen zafer elde edecekler, ama siz sönmeyin. Ümitsizliğe kapılmayın! Hiçbir zaman ellerinizi indirerek vazgeçmeyin!” (Beyaz Zambaklar Ülkesi, Grigory Petrov)…

Köpеklеrе Minnеttarlık Duyma Günü (Dog Apprеciation Day -26 Ağustos) etkinlikleri yapılırken birbirimize olan yaklaşımlarımız, etkili ve doğru iletişime dayalı saygı, sevgi ve merhamet ile olmalı… Bu bağlamda, Malazgirt Zaferi (26 Ağustos), Zafer Haftası (26 – 30 Ağustos) ve Zafer Bayramı (30 Ağustos) etkinlikleri yapalım; insan olmanın ve insan kalmanın önemini idrâk edelim…  Zafer sonrası nefse mağlubiyet en kötüsü… Selam, sevgi ve saygılarımla.




Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *