POSTA KOYMAK…

1256

Posta koymak (atmak), birini korkutmak, gözdağı vermek, tehdit etmek, kabadayılık etmek, kafa tutmak, efelenmek… Posta koymanın dünya arenasındaki örneği, ‘One minute’ ve ‘Dünya beşten büyüktür’ çıkışları… Bu söylemlere katılıp katılmamak, farklı düşünmek bir tarafa, bu bal gibi posta koymak… Posta koymak değil demek, iletişimde sadece postayı kesmek (ilişkiyi kesmek, gidip gelişi sona erdirmek) olabilir… Bunu idrak edebilmek için postun elden gitmesini beklemek (öldürülmek, bulunduğu yüksek makamdan ayrılmak zorunda kalmak) gerekmez… Bunu en iyi post kavgası (bir makamı, işi ya da iktidarı ele geçirmeye çalışma) çabasında olan bilir… Postu deldiren (kurşunla vurulan, ölen), zaten anlamaya fırsat bulamaz… Ebette, postu sererek (kısa bir süre için gidilen yerde, saygısızca ve sorumsuzca uzun süre kalarak), birine ya da birilerine posta koysak ne yazar? Birine ya da birilerine posta koymak mârifet değil, posta gönderip almak ve postayı yerine ulaştırabilmek ve postayı gediğine oturtabilmek marifet… E posta çıkalı, kılıçların yerini tüfeklerin almasına eşdeğer bir hâl ile karşı karşıyayız… Kim bilir, gelecekte, e posta koymak, posta koymak tâbirinin önüne geçer… ‘Bak postacı geliyor’ mâzide kaldı… ‘Bak postacı gidiyor’ noktasına gelinir mi? ‘Posta koymak’ ise, hep güncelliğini koruyacağa benziyor… Kim kime posta koyar, kim neye posta koyar? Posta koymanın ipi uzun… İpin ucu görünene kadar posta koymak mümkün… Sonrası ipin koptuğu, ipin kesildiği yer… En büyük posta koymak, nefsimize posta koyabilmek…

Kim mi, posta koyamaz? Yüzsüz olan… Yüzsüz olan, kendisiyle yüzleşemez… Kendisiyle yüzleşemeyen, gerçeklerle yüz yüze geldiğinde yüzsüzleşmeyi vazgeçilemez yüzü sanır… Ona bu yüzü de yetmez, en azından ikiyüzlü olmayı marifet bilir. Tek bilmediği yüzüne maske de taksa, yüzsüz olduğudur… Japonlar, “İnsanın üç yüzü vardır; dünyaya gösterdiği yüzü, yakın arkadaşlarına ve ailesine gösterdiği yüzü ve kimseye göstermediği yüzü vardır. İnsanın üçüncü yüzü, insanın gerçekte kim olduğunu anlatır.” diye söylerler… İnsanın her yüzüne posta koymak şöyle ya da böyle mümkün; lâkin insanın üçüncü yüzüne posta koyabilmek gayrimümkün… Hayatın sillesini yemeyen var mı? Yine de, “Tükür bu hayatın irin yüzüne; tükür! Gam yeme çıkmak var yolun düzüne; şükür!” (Necip Fazıl KISAKÜREK) demek lâzım… Neme lâzım dediğimiz noktada ise, üç nokta olmaya mahkûm oluruz… Posta koysak ne olur, koymasak ne olur? Derviş Yunus (Yunus Emre) posta koymanın bam teline posta koymuş… “Sular hep aktı geçti… Kurudu vakti geçti… Nice han, nice sultan, tahtı bıraktı geçti… Dünya bir penceredir, her gelen baktı geçti.”… Mâlum, kartalı gagalamaya, kartala posta koymaya cesaret eden, tek kuş kuzgundur… Kartalın boynuna biner, ona postasını koyar ve onunla beraber uçarken bir taraftan onu gagalar… Kartalın, bu durumda yapabileceği pek bir şey yoktur ve hiç karşılık vermez, onunla savaşmaz… Kartal, kuzgun ona posta koyarken, onu için enerjisini boşuna harcamaz… Kartal, sadece kanatlarını açar, gökyüzünde daha yüksekten uçmaya başlar… Uçuş çok yüksektir, kuzgun için bu sonun başlangıcıdır aslında… Çünkü kuzgun kartalın uçtuğu yükseklikte oksijensiz kalır ve nefes alamaz, sonunda yere düşüp yere çakılır… Kuzgunların posta koyması, yükseklere çıkana kadardır! Bize ders olması gereken, bizimle kör inatları yüzünden uğraşmaya devam edenlere, ederlerinden fazla değer vermemeyi, öğrenmektir; KIZILELMA hedefine kilitlenmektir…  Derdimizi bilen bilir, bizi bilen bilir… Derdimizi ve bizi bilmeyen de, hem derdimizi hem bizi kendi derdi ve kendi gibi bilir… Derdimiz, toprak sahibi olmak mı, toprağın sahip olduğu biri olmak mı? Kendimize sahip olamadıkça? Dünyalar bizim olsa, ne fayda… Bu, vücut kıyafetini dünyada giyip çıkarmaktan ibaret bir mola… Gerisi laf-ı güzaf (boş söz,  gereksiz lakırdı, maksatsız söz)…

Kurtlar sofrasında posta atmak zor değil… Yediğimiz çanağa, sırtımızı dönmek kolay olanı… Atıp tutarak tarih yazılmaz… Masayı devirip tarih masasında söz sahibi hiç olunmaz… Masanın altını üstüne getirerek, tarih yazamayınca, tarihi tekrar okumak için masaya tekrar oturmak, posta koymanın, e posta koymaya evrilen hâli… Bu, tarihî bir hâdise… Geçmişe artık tarih diyoruz. Geleceğe de Teknofest… Gelecek ya da gelmeyecek kimin umurunda… Derde deva mâlum… Sonuçta, her şey halkın demokratik saadete ulaşması için, bir dönmek yetmiyor… Fırıldak gibi dönmek gerekiyor… Dönmek, revaçta olan spor etkinliği… Dönmeden dönmeye fark var… Mevlevî semazenlerin dönmesi değil kastımız… Keşke döne döne, sonunda benliğimize dönebilsek! Unutmayalım, semaverin üstündeki demlik, ne kadar burnunu havaya kaldırsa da, küçücük bir bardağın karşısında eğilmeye mahkûmdur… Sözüm ona posta koyanları, en güzel tarif eden bir söz: “Haklıdan yana değil, güçlüden yana olanlar korkak ve kaypak olurlar. Güç merkezi değiştikçe dönerler; fırıldak olurlar.” (Uğur Mumcu)… Neler döndüğünü anlayabilmenin yolu, sözden ziyâde sözü söyleyene bakmak, sözü söyleyenin çapına bakmak olmalı… Özdeyişlerimize kulak verelim, hiç yere posta yemeyelim… “Yük beygirine bol miktarda arpa, fındık, fıstık yedirseniz yine de yarış atı olamaz… Kalitesiz, vasıfsız bir elemanın maaşını iki, üç misline çıkartsanız, ondan iki üç misli hizmet ve randıman alamazsınız… Kavak ağacından mobilya, ev, kapı pencere yapılmaz… İnsanlar, insan olmak bakımından adalet önünde eşittir ama ağaçları, kumaşları eşit değildir.”…

Gerçek posta koyabilen, efe olabilen, efece davranabilen, efelik yapabilen; Devletimize ve Milletimize posta koyanlara posta koyabilendir… Böylesi posta koyan yiğit, efe, kimdir, efelerin efesi kimdir?  Devletimizin ve Milletimizin hayrına ve yararına iş yapandır… Hareketi, işi, hedefi millî olandır… Dikleşen değil, dik durandır; Hak huzurunda eğilendir… Efendi olandır… Milletinin efendisi değil, hizmetkârı olandır… Gerçekten posta koyabilmek, kanunlara karşı gelmekle değil; zorbalıklara karşı gelmekle, dellenmekle olur…  Posta koymak, Devlet ve Millete karşı olmaz… Posta koymak, postalla parmak sallamakla olmaz… Tarihte, nice posta koyanların, posta koyduklarından posta yedikleri görüldü… Posta koymak değil hüner… Hünerdir, insanın ardında bıraktığı eser…

Ayağındaki postalla, elindeki sopayla, cebindeki parayla posta koyanlar, eninde sonunda apışıp kalmaya, posta yemeye düçar kalırlar… Mesele, gönderilerin alıcılarına daha kolay ulaştırılmasını sağlamak için posta yönetimince kentlerin bölgelerine göre verilen posta kodlarını bilmekten öte… Mesele, kadim medeniyet kodlarımızı öğrenip, önce kendimize, sonrasında gayrimillî olanlara posta koyabilmek meselesi… Posta koyanlara son söz: “İnsanı iki şey anlatır; hiçbir şeyi yokken gösterdiği sabır ve her şeyi varken sergilediği tavır.” (Hz. Mevlana)… Selam, sevgi ve saygılarımla.




Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *