HANGİ YÜZLE YÜZ VERELİM?

1753

Yapılan hatalar, yanlışlar kaba tabirle yüz verince astarını isteme noktasına getirmekte etrafımızı kuşatanları… Çocuklarda ya da büyüklerde fark etmez… Haddi aşma ile ilgili sonuca, hep yüz verince ulaşırız diye, düşünürüz, ucuz yaklaşımla… O kadar çok yüzümüz var ki… Hangi yüzle, yüz verelim? Burası muamma… Binbir surat (yüz) olmak… Binbir surat, olay karşısında farklı davranışlar sergiler, farklı kişiliklere benzemeye çalışır, kendi özünden farklı hâle gelir, yüzü kasap süngeriyle silinmiş hâle gelir (utanmaz olur, utanması sıkılması kalmaz), yüzü kızarmaz… Yüzümüz kâğıt gibi olmasın (yüzümüzün kanı çekilip benzimiz solmasın) istiyorsak, başkalarınca yüzümüz seçilemese de yüzümüzün ağarması (kireç gibi olması) için çaba göstermekleyiz… Yüzümüzün ağarması, yüzümüzün kararması, yüzümüzü ve gözümüzü kapatarak da izah edilebilecek bir ahvâl değil… Muhataplarımızla yüz yüze geldiğimizde de, yaldızlı sözlerle meramımızı anlatamayız… Yüz yüzden utanır… Keşki hep aynı yüz ile kalabilmeyi becerebilirsek…

İnsanın yüzü, içinin aynasıdır; iyiliği de kötülüğü de yüzüne vurur… Yüz yüze el ele gönül gönüle olup birbirimize yakın olunca, yüz göz olmayız birbirimizle… Ancak, fizikî ve sosyal mesafeyi çok yakın hâle getirdiğimizde, abartılı bir şekilde samimi olduğumuzda; kısaca, ölçüsüz ve yüzsüz davrandığımızda biriyle yüzgöz oluveririz… Bir kimseyle gereksiz yere aşırı derecede senli benli, laubâli olmak; yüzlerin kızarmasına neden… Bu, yakınlaşırken, gönüllerin birbirinden uzaklaşmasıdır, yüzsuyu dökmedir (onurumuzu sarsacak derecede yalvarmadır)… Yüzü sirke satanlara, yüzüne gözüne bulaştıranlara, yüzüne tükürseler yağmur yağıyor sananlara, yüzü pek olanlara, yüzünü buruşturanlara sözümüz yok… Dostların yüzü ak olsun (sağ olsun)… Can dostların yüzü suyu hürmetine (güzel hatırı için), doğruyu tersyüz etmenin farklı bir yüzsüzlük olduğunu bilerek gerçek acı da olsa, dostun yüzüne vuralım (çarpalım) ki, dostumuz güvende olsun; tehlikelerden korunsun… Dostlarımızın yüzünü güldürmek istiyorsak; paranın yüzünün sıcak, ölümün yüzünün soğuk olduğunu bilerek, araya aracı koymadan her meseleyi yüz yüze halletmeyi tercih etmeliyiz… Dostluk; hesabımızın pak, yüzümüzün ak olmasını gerektirir… Elbette zahmetsiz rahmet olmaz; gök ağlamayınca yeryüzü gülmez… Rüzgâra karşı tüküren, kendi yüzüne tükürür… Mücadelede yenik düşe düşe; kayıp vere vere geliriz yüze, çıkarız düze… Bağa bakalım ki, üzüm olsun; yemeye yüzümüz olsun… Başarabilmek için istemesini de vermesini de bilmek lâzım… İsteyenin bir yüzü, vermeyenin iki yüzü kara… Mâlum, arsızın yüzüne tükürmüşler, ‘yağmur yağıyor’ sanmış… Birine yüz vermekle, ona ilgi ve yakınlık gösteririz, onun bütün davranışlarını hoş görürüz, onu şımartırız… Yüz verince, yüz verdiğimiz, astarını da ister… Yüz versek bir türlü vermesek bir türlü… Yüz vermeyince, yüz bulamayan doksan dokuza razı olsa ne yazar? Yüz bulamayan, kolaylıkla yüzünü çevirir; kendi yapamadığını yüz eder (başkalarına havale eder, ısmarlar)… Böyle birinde istikrar olmaz, hemen yüz geri eder (geri döner), asla yüzü kızarmaz… Zira yüzsüzdür, yüzü (suratı) davul derisi (mahkeme duvarı) gibidir… Alışkındır böylesi, çıkarı için el etek öper, sahibine yüz sürer (aşırı sevgi gösterir, yere eğilir)… Yüzsüz olanın, elbette doğruyu dillendirmeye yüzü tutmaz; yüzü sararır ama renk vermez, yüz yapar (makyaj yapar), yüze güler (yalandan dost görünür, sevimli, alımlı görünmeye çalışır) ya da yüzü düşer (somurtur)… Yüzsüz olan gelin değil ki, yüzüne yazalım (yüzüne makyaj yapalım)… Hayat bu, yüz yüzden utanır bir gün, karşı karşıya geldiğimizde daha kolay uzlaşabiliriz… Evdeki bulgurdan oluruz, yüzümüz de yazılı kalır (eldekine dokunamadan bakakalırız)…

Suratımızı asarak (kaşlarımızı çatıp yüzümüze küskün bir ifade vererek), suratımız bir karış (öfkeli ve somurtkan) bir tavırla hiçbir problemi çözemeyiz… Her ne olursa olsun bir kimseye karşı tavrımızı sertleştirmemeliyiz, suratımızı ekşitmemeliyiz, suratımızı değiştirmemeliyiz… ‘Suratı kasap süngeriyle silinmiş’ (utanması, sıkılması kalmamış) bir anlayış ile birinin suratına baksak ne yazar? Suratından düşen bin parça (çok somurtkan) olan ile işimiz kırk yıl rast gitmez… Muhatabımızın suratına indirince (tokat atınca), suratımızı ekşitince ya da yüz sürünce (aşırı sevgi gösterince) de sorunların üstesinden gelemeyiz… Muhatabımız bizden yüz bulunca (ilgi ve yakınlıktan şımarınca), bizden yüz çevirmeyeceğinin de garantisi yok… İnsan bu, yüz verince astar ister, bir şey verince cüret alarak daha çoğunu ister… Söz etmeye yüzümüz kalmasa da yüzümüzü sıcak tutmakla mükellefiz… Ne mi yapalım Dilin kemiği yok, dili olan konuşur; yüzü alan, astar ister… Arsız ne kadar ağır hakaret görse de aldırmaz, pişkinliğe vurur… İnsanın yüzü nasır olmuşsa, yapacak bir şey yok… Yüzünü yüzsen de nâfile… “Herkes aya benzer, kimseye göstermediği karanlık bir yüzü vardır.” (Mark Twain)… Hadi diyelim, her neyse ne olursa olsun yine de yüz verelim… Sorun o kadar ucuz yaklaşımla çözülecek boyutta değil… Verelim vermesine yüz de… Hangi yüze, hangi yüzle, yüz verelim; ya da hangi derin sularda yüzüverelim?

                Hangi yüz ifademiz ile neyi anlatırız?  Yüz ifadelerimiz… Mutluluk, üzüntü, korku, şaşkınlık, öfke ve tiksinme… Yüzümüz duygularımızı yansıtan aynamız… Duygularımız, yüreğimizden yüzümüze dökülen görüntüler…  Duygularımızın görüntüleri, yüzümüzle; duygularımızın sese evrilen formatı, dilimizle aktarılır… “Dil, kalbin tercümanıdır.” (Hadis-i Şerif)… Dilimizle söylediklerimiz, yüzümüzle örtüşmedikçe, iletişimde etkili olabilmek mümkün değil… Dilimiz bal satarken, yüzümüz sirke satmamalı… Gerçek yüz güzelliği, gönülden gelen güzellikle olur… Geçici güzelliklere takılı kalıp aldanmamak lâzım… Yüzlerimizin şekilden şekle girmesi; çıkar peşinde koşmakla, fırıldak olmakla açıklanabilir ancak… “Bir saniyesine hükmedemediğimiz dünyada fırıldak olmaya gerek yok.” (Muhsin Yazıcıoğlu)…

Yüzümüz tek olmalı… Yüzümüzden yüreğimize doğru geldiğimizde söyleyebilecek sözümüz de tek olmalı… Kendi adıma sözüm, neme lazım değil; ne sağ yanım Fâzıl, ne sol yanım Nâzım… Her yanım, yüreğim, aklım, kalemim, üslubum benim tarzım. Derdim tarzdan öte, tarzım farza bende… Asıl olan, aslı… Kopyalar çöp olmaya mahkûm. Mikyas, bendeki ben, tendeki can, sahibine âmâde… Çoktan aştık neme lâzım demeyi… Üsluptur, herkese lâzım… Selam, sevgi ve saygılarımla.




Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *