GÜVERCİN… 

1382

Güvercin (kögürçgün, kögürçün, kökürçkün), ‘gök’ sözcüğü ile bağlantılı gibi… ‘Gök’, sınırsız boşluk ve mavi rengini yansıtmakta… ‘Gökçe’, gök ile alâkalı mavi (mavimsi, mavimtırak) anlamında… Güvercin, güvercingiller (Columbidae) familyasına ait bir kuş türü… Güvercin, yuva yapmak için dallar, yapraklar, saman gibi malzemeler kullanır… Güvercin, yıl boyunca yumurtlayabilir. Güvercin, bir seferde iki yumurta bırakır ve kuluçka süresi 17-19 gündür… Güvercin ve gök… Kadim medeniyetimizde güvercin, göğe eren, gökte süzülen, iletişimde kullanılan haberci kuş… Güvercin, hem evcil hem yabanî olarak yaşayabilen, çok sayıda renk ve ırka sahip olan kuş… Güvercin; tahıl, tohum, meyve ve sebze gibi bitkisel besinlerle beslenen kuş… Güvercin; barışın, sevginin, sadakatin sembolü olan kuş…   

Haberleşmede güvercin, çok eski bir iletişim yöntemi… Güvercin, yuvalarına bağlılıkları ve yön bulma yetenekleri sayesinde, uzak mesafelerdeki yerler arasında haber taşıyabilir… Güvercinle haberleşme, özellikle askerî ve ticarî amaçlarla kullanılmış… Güvercinle haberleşmenin tarihi, Mısır’da MÖ 1200 yıllarına kadar uzanmakta… Roma, Yunan, Bizans, İslam, Çin uygarlıklarında güvercin haberleşmede kullanmış… Güvercinle haberleşme, 19. ve 20. yüzyıllarda Avrupa’da ve Türkiye’de yaygın olarak uygulanmış… Güvercinle haberleşmede kullanılan güvercin türü, posta güvercini olarak bilinmekte… Posta güvercini, süratli uçabilme, yorgunluğa dayanabilme ve hava koşullarına uyum sağlayabilme gibi özelliklere sahiptir… Posta güvercini, iletilmek istenen mesajı bir kâğıda yazarak ayağına bağlamak suretiyle gönderilir… Posta güvercini, kendi yuvasına dönmek için uçarken, mesajı da beraberinde taşır… Mesajın alıcısı, güvercini yakalayarak mesajı okuyabilir… Modern iletişim teknolojilerinin gelişmesiyle birlikte, güvercinle haberleşme önemini yitirmiş; artık sadece hobi veya yarış amaçlı olarak devam etmekte…

Güvercinin yuva yapması çoğu zaman rahatsız edici bir durum olarak görülse de, aslında bizi göğe yönelten ve düşündüren güzel bir görüntü olsa gerek… Güvercini dillendiren sözler… “Seslerle büyüyen, seslerle yıkanan güvercin kanatları denize giderdi” (İsmet Özel)… Barışın simgesi kuş, güvercin… “Kuşlar gibi uçmasını, balıklar gibi yüzmesini öğrendik ama kardeşçe yaşamayı öğrenemedik.” (Luther King)… “Konsun yine pervazlara güvercinler; hu hulara karışsın âminler. Mübarek akşamdır, gelin ey Fatiha’lar Yasin’ler.” (Arif Nihat Asya)… Dileklerimizi beyaz bir güvercin ile sevdiklerimize gönderelim… Gönderdiğimiz güvercinin kanatlarına mutluluk, yüreğinde sevgi, tüylerine nur yükleyelim ki, sevdiklerimizin kalpleri de nurla dolsun… Hepimiz, her birimiz tek tek güvercin olsak ve uçsak hep birlikte keşki… Uçan ilk güvercin olup, diğer güvercinleri de uçursak… Göklerde süzülsek ve göklerin de ötesine uçsak uçsak… Böylesine yükseliş, barışın ve sevginin teminatı olsa her bir mekânda… Çocuklar ölmese, öldürülmese… İçimizdeki sol yanımız acımasa, içimizin derinliklerindeki mâsum çocukluk tarafımız hep diri kalsa… Bakışlarımız zümrüd-ü anka olsa ne yazar, güvercin olabilmek varken… Maalesef, “Hayvanlarda bile güvercin olmak üzere doğan bir yaratık hiçbir zaman kartala dönüşmez. Bu ancak insanlar arasında olur.” (Victor Hugo)… Ellerimiz dudaklarımız tutsak ve sessiz güvercin, olsun; her bir yerde sevgi ve barış olsun… Güvercin olabilmek ve güvercin kalabilmek böyle bir şey…

Kuştur’ deyip geçmeyelim, kuş beyinli (akılsız, aptal, ahmak) olmak, sanıldığı gibi değil… Araştırmalar, kuşların biz gibi düşünerek problem çözebildiklerini ve örnekleme ile öğrenebildiklerini ortaya koymakta… Kafes kuşları içinde en zeki olarak kabul edilenler, papağanlar… Papağanlar; renkleri, şekilleri, cisimleri ve insanları ayırt edebilmekteler… “Kuş, başka bir kuşu tuzağa düşmüş görünce, taneye yaklaşmaz. Sen başkalarının başına gelenden ibret al ki, başkaları senden ibret almasın.” (Şeyh Sadi)… Güvercin, iletişimin dili olmalı… Unutmayalım, “En sessiz sözcüklerdir fırtınayı getiren, güvercin adımlarıyla gelen düşünceler yönlendirir dünyayı.” (Friedrich Nietzsche)… Güvercin yürekli mi olalım, aslan yürekli mi? Belki her ikisi de… Barışın ve sevginin güvercin yüreklisi, sömürüye ve zulme başkaldırmanın aslan yüreklisi… Yine de her zaman “Güvercin yüreklinin biriyim! Ezilmeyi acılaştıran zehir yok ki bende.” (William Shakespeare) anlayışının yolunda olabilmek en güzel olanı… Yaptıklarımız, ne olduğumuzun yansıması… Yapmadıklarımız ya da yapamadıklarımız, ne olamadığımızın açıklaması… En iyisi hep güvercin kalalım… Mâlum, “Kuşlar ayaklarıyla, insanlar dilleriyle yakalanırlar.” (Thomas Fuller)…

Patrick Suskind’in ‘Die Taube’ (Güvercin) 1987’de yayımlanan hikâyesi: “Jonathan Noel, İkinci Dünya Savaşında toplama kampında annesini ve babasını kaybetmiş… Savaş bitene kadar kız kardeşiyle birlikte saklanmak zorunda kalmış… Üç yıl askerlik yapmış ve dönmüş, dönünce kız kardeşini de bulamamış… Evlendiği kadın, dört ay sonra doğum yapıp başka bir adamla kaçmış… Böylece Jonathan, insanlara olan güvenini yitirmiş ve kendini dış dünyadan soyutlamış… Köyünden Paris’e gidip bir bankada bekçilik yapmaya başlamış… Kaldığı apartmanın çatı katındaki odasını tek güvenli alan olarak görmüş ve odasını kendine adeta sevgili edinmiş… Jonathan, rutin hayatının değiştiği, 1984 yılında, bir sabah, kapısının önünde bir güvercinle karşılaşmış… Bu durum onu dehşete düşürmüş… Ölümle burun buruna geldiğini düşünmüş, korkmuş, ölümü düşünmeye başlamış… Kendi kendine ölecek yaşta olduğunu ve başına gelecek böyle bir korku ile öleceğini hatırlamış… Sonrasında kendisiyle hesaplaşmaya ve işini, etrafında olup bitenleri, insanları farklı algılamaya başlamış… Kapıcının kendisini gözlediğini düşünmüş, varoluşunu değersiz ve sıradan hissetmiş… Jonathan, güvercinden korunmak için giydiği kışlık kıyafetlerden de rahatsızlık duymuş… Kapıcının kendisini tanıdığı hissine kapılmış; ona güvercinin kendisini kovduğunu söylemiş… Kapıcının hiç aldırış etmediğini görünce yıkılmış… Bankadaki görevinin başına gittiğinde, oradaki varlığının anlamını sorgulamaya başlamış… İşe yaramaz olduğunu düşünmüş, her yeri kaşınmaya başlamış ve göz bozukluğuyla baş etmeye çalışırken kafasında felaket senaryoları oluşturmaya devam etmiş… Bavulunu toplayıp hiç dönmemek üzere odadan kaçmış… Öğle paydosunda otele yerleştikten sonra bir büfeden aldıklarını yediği parkta karşılaştığı evsiz biri, onu farklı bir çıkmaza itmiş… Evsiz birinin sorumsuz ve tasasız yaşama biçimine karşı öfkelenmiş ve onu kıskanmış… Evsiz biriyle karşılaşması, ona özgüvenini ve özgürlüğünü hatırlatmış; başarılı biri olduğunu düşündürmüş…  Jonathan, içindeki öfke yatıştığında, kendisini ve bedenini ayrı birer oluşum gibi hissederek kendisine yabancılaşmış; kendini öldürme fikrine kapılmış… Sonrasında eski evine ve düzenine dönmüş; güvercin de orada değilmiş… Lâkin güvercin onun için, tiksinti, korku ve ümitsizliğin sembolü hâline gelmiş…

Jonathan’ın güvercini; korkunun, kaygının, kaosun, vefasızlığın, ihanetin sembolü… Seçim meydanlarında sadece gösterişten ibaret kalan, göğe uçurulan güvercin ise, ne kadar barışın ve sevginin sembolü acaba? Bizim güvercinimiz, Mustafa Ayberk’in◼ ve onun gibi güvercin yürekli güvercin severlerin, barışın ve sevginin sembolü… Selam, sevgi ve saygılarımla.

Mustafa Ayberk: Özgeçmişi bizde mahfuz, Beden Eğitimi öğretmenliği mezunu, ancak öğretmenlik görevi yapmayan, bu göreve aday, doğayla iç içe yaşayan, güvercin yürekli, mert yağız delikanlı dostumuz… Özel Okulların bilgisine sunulur… (İletişim: zfrnfr43@gmail.com)




Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *