ÇOCUKLUK ANILARIMIZ…

1859

Bir çocuk vardı… Adı, Hakkı… ‘Bizim Hakkı’, ‘Yetim Hakkı’, ‘Öksüz Hakkı’ diye bilinen, çocuk olan ‘Hakkı’… Hakkı’nın çocukluk anıları… Hakkı, büyüdü büyüdü, lâkin lâkabı hep aynı kaldı… Çocuk Hakkı… Yetim Hakkı… Öksüz Hakkı… Her ne kadar kendisine “Hakkı Bey, Hakkı Efendi, Bay Hakkı, Hakkı vb.” diye hitap edilse de Hakkı’nın hakkı birilerinin omuzlarında, ellerinde, ceplerinde ve yüreklerinde bir yük olarak kalmaya devam etti… Çocuk Hakkı, ebeveyni olmayan, elinden ve yüreğinden tutan olmayan garibim Hakkı… Çocuk Hakkı’nın anıları hakkıyla yazılabilseydi, hârika bir roman olurdu… Çocuk deyip geçmeyelim; çocuk, bugünün küçültülmüş büyüğü, yarının yetişkini, büyüğü… Çocuk; kadını ana, anne; azize, kutsal kadın payesine yükselten; erkeği de baba, baba adam yapan şirin ufaklık… Her bir çocuk, sorumlu olmayan yaramaz veya sosyal devlet kurumunun kendisinden sorumlu olduğu sevimli afacan… Çocuk ve çocukluk… Çocukluk, ana kuzusu olunduğu dönem… Çocukken sevimli yavrularız… Anadan babadan bağımsızlaştıkça çocukluk tarafımız sönmekte… Erkeğin anlatmaktan hoşlandığı iki dönemden ilkidir çocukluk; ikincisi askerlik anıları… Kadının da zevkle veya üzüntüyle dillendirdiği anılardır çocukluk anıları… İçimizde ukde olarak kalan her ne ise, çocuklarımızda gerçekleştirmeye özen gösterdiğimizdir çocukluk anılarımız

Sokak çocuklarına (köprü altı çocuklarına), yetime, öksüze, aç olana, muhtaç olana, hayvanlara, ağaca, bitkiye, hatta cansız olana, hülâsa can taşıyana ve can taşımayana sevgiyle merhametle davranmak… Yaratılanı sevmek…“Yaratılanı severim yaratandan ötürü” (Yunus Emre)… Hayvan sever ve tabiat sever olmak… ‘İnsan’ odak olmadıkça, her türlü severlik, sevgisizliğin aslında çıkar adına sözde sevgi bağımlılığı ve sevmezlik içinde severlik saplantısı demek… Sokak köpeklerine gösterilen duyarlılık, sokak çocuklarına hangi nispette gösterilebilmekte? Her toplum için utanç duyulacak en büyük sorun bu… Sokak çocukları… Sokak çocuklarının anıları, çocukluk anılarımızdan daha mı az değerli? Hangi ân ve hangi anı? Çocukluk anılarımızın geçtiği yerler nereler?  Tahtadan yaptığımız at sırtı mı, ‘el bebek gül bebek armut piş ağzıma düş’ diye bilinen lüks mekânlar mı veya sokaklar mı? Cevabı bizde kalmak kaydıyla çocukluğumuzun her ân’ı ve her anısı buna göre anlam kazanmakta… Ötesi, sadece dışı güzel paketlenmiş içi boş hüzün ya da neşe dolu yaşanmışlıklar…

Yirminci yüzyıl, görünürde çocuk yüzyılı… 1989’da kabul edilen Çocuk Hakları Sözleşmesi ile çocuğa dair haklarda ve kazanımlarda ilerlemeler olmuş mâlum… Ancak tüm bu ilerlemelere ve ‘Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne rağmen, çocukların ihmâl ve istismara uğramalarının önüne hâlâ geçilememiş… Refah düzeyinde olan toplumlarda bile mutlu bir çocukluğun yaşandığı söylenemez maalesef… Zira gelişmiş toplumlarda çocuk suçluluğu her geçen gün artmakta… Çocuğun sömürülmesi, cinsel tâcize uğraması, şiddete kurban olması modern dünyanın en kaotik açmazı… Çağlar boyunca çocuk, bir tüketim nesnesi olmuş… Dünyanın her yerinde çocuklar suça, fuhşa, sokaklara, dokuma tezgâhlarına vb. yerlere itilmekten kurtulamamışlar… Çocuk Hakları Sözleşmesi ile devam eden vetire/süreç, arzulandığı gibi çocuk merkezli ve çocuğun katılımını hedefleyen bir vetire/süreç olamamış… Çocuğun bir nesne olarak kalmaya devam etmesi, çocuğun özne olamaması, çözümlenmesi gereken en ivedi sorun… Çocukluk anılarımızın, içimizi burkan taraflarının olması bunun kanıtı… Yaşadığımız zamanda çocuk sorunu, görünürde ihtiyaçları karşılanmış; gerçekte ise, gösterişe kurban edilmiş… Sosyal medyada ve TV ekranlarının karşısında yoksul çocuklara, sokak çocuklarına, yurtlarda kalan çocuklara üzülen kitleler, gerçek hayatta, sorunlara gözlerini yummaktalar… Acı hakikat bu… Çocukların sorunlarını yüreklerimizde çözemedikçe, beyinlerimizde de çözemeyiz… İçimizde çocuk kalan tarafımız kederli mi, sevinçli mi; sol yanımız acıyor mu? İçimizdeki sessiz çığlık bombaları patlamaya devam ediyor mu? Çocuk kalan tarafımızda fırtınalar, kasırgalar esiyor mu? Çocuk tarafımız hiç ölmemeli… Ergen de olsa, ana kuzusu olmayanın bir tarafı hep eksik kalmaya mahkûm… Bir merhamet heykeli mahzun bakışlı yetim… Bugün ağla çocuğum, yarın ağlayamazsın! Şimdi anladığını, sonra anlayamazsın! İnsanlık zincirinin ebediyet halkası… Çocukların kalbinde işler zaman rakkası…” (Necip Fazıl Kısakürek)… İçin için içimizin yandığı, sol yanımızın acıdığı dönemdir çocukluk… İçince bir yudum su, tadını çıkarta çıkarta yalayınca elma şekerini gözlerin canlandığı demdir çocukluk… Önceki kuşağın alışkanlıklarının, değerlerinin, davranışlarının ve sözlerinin taklit edildiği evredir çocukluk… Çocuk kalabilmek… Mâhzun ve mâsum olabilmek… Tertemiz çizilmemiş… Ustanın malzemesi odunsa, kırılsa da önemi yok, yerini alır başka bir odun işlenmek üzere… Ya çocuk? Çocukluk, bu minval üzere düşünülmeli… Çocukluk anılarımız, bir damla fikir olmadan dillendirilemez, yazılamaz…

Çocuklukta ve çocuk eğitiminde, sözlerden çok beden dili ve gönül dili daha etken, iletişim kurabilmek için…“Çocukta ruh ve beden eğitimi ve gelişimi beraber yürütülmelidir.” (İbni Sina)… ‘Çocuk’ alternatifi olmayan gelecek… “Çocukların, nasihatten çok, iyi örneğe ihtiyaçları vardır.” (Joseph Joubert)… Geleceği karartmak da aydınlatmak; ebeveynin, arkadaşın, öğretmenin velhâsıl toplumdaki her bir bireyin müspet/olumlu ya da menfi/olumsuz dahline bağlı… Tohum toprağına kavuşmadıkça, sulanmadıkça gayretler nâfile… “Çocuklar, anne ve babalarının kötü örnekleriyle bozulmaya devam ettikçe, yeni bir dünya kurulamaz.”  (A. S. Neil Alexis Carrel)… Çocuklarımızı en iyi eğitmenin yolu, kendimizi eğitebilmekle ve geliştirebilmekle alâkalı… “Çocuğun baba üzerindeki hakkı, ona güzel bir isim koyması, zamanı gelince evlendirmesi ve ona yazı yazmayı öğretmesidir… Hiçbir baba çocuğuna güzel ahlâktan daha hayırlı bir miras bırakmamıştır.” (Hadis-i Şerif)… Çocukluk döneminin iyi ve güzel olmasını destekleyen en önemli eğitim süreci ebeveyn eğitimi olsa gerek… Çocukluk döneminin iyi ve güzel geçirilebilmesi, çocuğun ebeveyn eğitiminden ve okulöncesi eğitimden nasıl yararlanabildiği ile bağlantılı… “Çocuklarınıza ikramda bulunun ve terbiyelerini güzel yapın!” (Hadis-i Şerif)… Maalesef, “Biz çocuklarımıza konuşmayı değil, susmayı öğretiyoruz.”  (Japon Atasözü)… “Kimin bir çocuğu varsa onunla çocuklaşsın!” (Hadis-i Şerif)… Ana baba tornasından geçmek ayrıcalık… Ebeveynin varlığı bir ayrıcalık gibi görünse de bazen fâcia da olabilmekte… Yetim ve öksüz olanların çocuk taraflarının diri kaldığını ve sol yanlarının acıdığını görememek ise, bir eksiklik… Bu gizemin cevabı, başı okşanan bir yetimin öksüzün olumlu tepkisinde gizli… Bilinmeli ki “Çocuklar, anne ve babalarının kötü örnekleriyle bozulmaya devam ettikçe, yeni bir dünya kurulamaz.”  (A. S. Neil Alexis Carrel)… Çocuklarımızı iyi, etkin ve doğru eğitebilmek, kendimizi eğitmekle ve geliştirmekle alâkalı… Biri, İbn Haldun’a sormuş: “Çocuklarımızı nasıl terbiye edelim?” İbn Haldun’un cevabı: “Çocuklarınızı terbiye etmeye çalışmayın. Zira zaten size benzeyeceklerdir. Kendinizi terbiye edin yeter.”… Çocuklukta her bir şey çok önemli… Çocukları sevindirmek için, elma şekeri de yetmez olmuş… Çikolata barı çıkınca, elma şekerinin pabucu dama atılmış… Tahtadan/telden yapılan arabacıkların yerini elektrikli scooter’lar; bez bebeklerin yerini de dijital bebekler almış…

Çocuğa kol kanat olabilmek, elinden tutabilmek ve ona rehber olabilmek; insan olabilmenin ve insan kalabilmenin gereği… Bu da, önce kendimize gelerek, kendimiz olarak ve bir tarafımızın hep çocuk kalmasını sağlayarak mümkün… Zihinlerimizden ve yüreklerimizden silemediğimiz, çıkaramadığımız çocukluk anılarımızı, çocukça hatırlayalım, ders alalım acısıyla tatlısıyla… Selam, sevgi ve saygılarımla.




Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *