GÖNÜL DİLİMİZ…

1813

Gönül dilimiz ve Mevlana… Mevlana’nın gönüllerimizde iz bırakan sözleri: “Her dil, gönlün perdesidir. Perde kımıldadı mı, sırlara ulaşılır.”… “Ahlaksızların bağırışıyla, yürekli yiğitlerin naraları, tilkiyle arsalanın sesi gibi meydandadır.”… “Bülbüllerin güzel sesleri beğenilir de bu yüzden kafes çeker onları. Ama kuzgunla baykuşu kim kor kafese?”… “Birisi güzel bir söz söylüyorsa bu, dinleyenin dinlemesinden, anlamasından ileri gelir.”… “İnsanoğlu, dilinin altında gizlidir. Dil, can kapısının perdesidir. Yel, perdeyi kaldırdı mı ne var, belirir bize.”… “Kuzgun, bağda kuzgunca bağırır. Ama bülbül, kuzgun bağırıyor diye güzelim sesini keser mi hiç?”… “Dil, tencerenin kapağına benzer. Kıpırdadı da kokusu duyuldu mu ne pişiyor anlarsın.”…  “İnce sözler kılıca benzer, kalkanın yoksa geri dur.”… Gönül dilimizle iletişim kurduğumuzda, dilimiz, hakkı söylemede keskin olur, eğilip bükülmez… Gönül dilimiz ile dikleşmeden dik durabiliriz…

Gönül dilimiz olmadan dilimizle meramımızı aktarabilmek, kuru gürültüyle iletişim kurmaya benzer… Bu, konuşamaz hâle gelmek demek… Millî istiklal ve istikbalimiz, gönül dilimizle şiirleşir, şahlanır… Nesilden nesile kadim medeniyet değerlerimizin taşınabilmesi, gönül dilimizle mümkün… Dilimizdeki nezâketin, berraklığın ve üslubun törpülenmesiyle, argonun dilimizi istila etmesiyle ortaya çıkan vahim durum, gönül dilimizin de işlevini yitirmesine sebep olmuş… Dilimizde yapılan tahribat, özümüzde, harsımızda, değerlerimizde aşınmaya ve yozlaşmaya sebep olmuş… İletişimde kuru gürültüye, söz kirliliğine ve kavram kirliliğine sebep olmuş… Düşünce dünyamız, jargon ağzıyla, dumura uğramış ve iletişim maalesef 10-15 kelimeyi geçmeyen ‘oha, kanka, lan, geri zekâlı’ vb. argo ve bayağı sözcüklere havâle edilmiş… Fikir yerine küfür olunca gönül dilimizle olan bağlantı kopmuş… Dilimizde kasıtlı bir yozlaştırma dönemi devreye sokulmuş… Beden dilimiz de iletişim kurmada, işlemez hâle gelmiş… Özüne ve sözüne sahip olamayan, ne söylediğini bilemeyen, yüksek sesle düşünen ve sözün maksadını aştığı bahanesiyle sözü olur olmaz savuran, sözün çıktığı ve geldiği yeri bilemeyen biriyle nasıl etkili ve doğru iletişim kurulabilir? Dilin kemiği yok, ağzı olan konuşunca, söz akıldan ve gönülden süzülmeden çıkınca, fikir küfür haline dönüşür… Bir damla fikir olamaz, bu! 

Dilimizin, beden dilimizin ve gönül dilimizin tahribatıyla gelinen nokta… Baba ile oğlu, dede ile torunu birbiriyle anlaşamaz hâle gelmiş… Dilimizden olmak, anlaşma sistemimizin bozulmasına, kadim medeniyet değerlerimizden de olmamıza neden… Neticede geçmiş ile bugünümüz ve geleceğimiz arasındaki bağlantımız kopmuş… Bu elim durum, fikir dünyamızda bizi dilsiz, sözsüz, sazsız hâle getirmiş…  Mâlum, dildeki gelişim süreçler gerektirir. Sözcükleri olmadık gerekçelerle dilden atmak, süreçleri sıfırlamak anlamına gelir. Yapılan maalesef bu… Her şey sil baştan… Bu, anlaşma sistemini işlemez hâle getirerek ve istenilen algıları oluşturarak, emperyalistlerin menfaatlerine göre dilimizi ve toplumumuzu dizayn etmek demek… En vahimi, kullandığımız sözcüklere göre bize kimlik biçilmesi… Yobazlığın, bağnazlığın, dinsel olanı da bilimsel olanı da fâcia… Gerçek kimliğimiz gönül dilimize, Şeyh Edebali’nin Osman Bey’in şahsında her görevli için söylediği söze kulak verelim: “Ey oğul, artık Bey’sin! Bundan sonra öfke bize, uysallık sana. Güceniklik bize gönül almak sana. Suçlamak bize, katlanmak sana. Acizlik bize, hoş görmek sana, anlaşmazlıklar bize, adalet sana, haksızlık bize, bağışlamak sana. Ey oğul, sabretmesini bil, vaktinden önce çiçek açmaz. Şunu da unutma ve insanı yaşat ki devlet yaşasın. Ey oğul, işin ağır, işin çetin, gücün kıla bağlı. Allah yardımcın olsun.”…

Tanımadığın Birinе Kibarlık Etmе Günü (Random Act of Kindnеss Day -17 Şubat) ile yapılmak istenen ve gerçekten hayatımızın her anında olmamız gereken ahvâl… Nasıl olmalıyız? Nasıl ve hangi dille konuşmalıyız? Dil engelli olanın gönül dili ve tebessümü varsa mesele yok… Ya her birimizin gönül dili engeli varsa? Gönül dünyalarımız yıkıldıktan sonra geriye gönül dili mi kalır? “Giremediğin gönül senin değildir, gönül yalnız gönül vermekle alınır, gönül istiyorsan, önce gönlünü vereceksin.” (Hz. Ali)… Gönül, insanın kıblesidir; kırılmaya gelmez… Kolu kırılan çalışabilir lâkin gönlü kırılan çalışamaz, yüzü gülse de gönülden gülemez… Gönlü kırılana ne söylesek tesiri olmaz, sussak da gönlümüz razı olmaz… Gönül yarası bu, gönül kırmaktan sakınmak gerek… Gönül yarasının merhemi cihânda yok… Gönül yıkmaya gelmez, yıkık gönlün âhı âlemleri yıkar… “Ağaçtan düşen yaprak nasıl ki kurumaya mahkûmsa, gönülden düşen de unutulmaya mahkûmdur.” (Necip Fazıl Kısakürek)… Bu, ne akıl işi ne akıl dışı… Gönül bu, gönül dili bu… Bir damla fikir bu… Gerisi bahane… “Gönlüm ne dertlidir, ne de bahtiyar; ne kendisine yâr, ne kimseye yâr, bir rüya uğrunda ben diyâr diyâr, gölgemin peşinden yürür giderim…” (Necip Fazıl Kısakürek)… Mal mülk çokluğu, gönül ve akıl fukaralığına sebep ise eğer, kaybedilen tek şey öz millî ve evrensel değerdir… Değer mi, değmez mi? Her şey gelip geçiyor… Az önce aldığımız nefes bile geldi geçti… Biz bizden geçmeden, sahip olduklarımızı hakça bölüşelim; biz siz hep birlikte olalım; bizsiz sizsiz ağzımızdan bir lokma geçirmeyelim; ya hayır söyleyelim ya susalım; gönül kırmayalım, gönül vermeden gönül kapısından girelim ve gönül dilimizi öncelikli kılalım…  Dilin kemiği yok elbette; söylenen sözün kılçığı var lâkin… Af edelim ki af edilebilelim… Tek yüzlü olalım; hâddi aşmayalım… Fütursuz olmayalım… Âdil olalım; ahlakî/etik değerlere sahip çıkalım; edep ile ilim ile irfan ile muamele edelim…

Gönül gözüyle görmeyen, gönül diliyle konuşamayan, can gözüyle neylesin? Dünyada eğrilip bükülen ve kemiği olmayan dil ile ne söylenebilir ki… “Dediler ki: Gözden ırak olan gönülden de ırak olur. Dedim ki: Gönüle giren gözden ırak olsa ne olur.” (Hz. Mevlana)… Selam, sevgi ve saygılarımla.




Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *