EŞYA, MEKÂN ve İNSAN…

1237

Eşya (Arapça şey, eşyā); şeyler, objeler, nesneler, anlamında… Mekân (Arapça kevn -olma, var olma, Farsça ve Türkmence mekān, Uygurca makan, Özbekçe mäkàn, Azerice mäkân); yer, mahâl… Eşyanın hakikati, Hak isimlerinin tecellileri… Eşyanın yapısı… Eşya? Taş, toprak, su, hava, ağaç ve niceleri… Her bir şeyin, hücrelerin yapısı… En küçük parçaya kadar her bir şeyin yapısı… Maddenin en küçük yapı birimi atomlar… Bir atom; kuarklardan (elektron, nötron ve proton) ibaret… Yapısı tamamen keşfedilmemiş atomaltı parçacıklar; foton -ışık, bozon, mezon, fermiyon, baryon ve graviton… Eşya dediğin, madde… Cansız diye nitelendirdiğimiz her bir şeyin yapısına dalıp yolculuk yaptığımızda, hareket etmeyen sabit duran neyi bulabiliriz? Üç boyuta kadar dünya gözüyle algıladıklarımız… Katı, sıvı ve gaz halindeki madde… Madde (özdek), uzayda yer kaplayan hacmi ve kütlesi olan tanecikli yapılar… Beş duyu organımızla algılayabildiğimiz (hissedebildiğimiz) ve eylemsizliği olan canlı ve cansız varlıklar…

Eşya ve mekân, insan hayatının sınırlarını çizen durak noktaları… Eşya ve mekân, hayatımızı şekillendiren, duygusal bağlar kurmamıza yardımcı olan ve nefes aldığımız alanlarımızdan ibaret… Eşya… Mobilya, teknolojik cihazlar, süs eşyaları vb. her bir şey… Eşya ve bizim konuşlandığımız mekân… Fiziksel çevremiz; evimiz, işyerimiz ve kamusal alanlar… Mekânın eşya ile donatılmasının adı alışveriş… Alışveriş, gereğinden fazla yapıldığında, bir illet… Bu illet, bizi bizlikten çıkaran ve insanî değerlerden uzaklaştıran bir şey… Alışverişten mutlu olmak, kendimize ve başkalarına haksız davranmanın adı… Alışverişte elde ettiği eşyayla hangi mekânda daimî mutluluk ve güç elde edilebilir? Vermeden almanın kimi mutlu ettiği görülmüş? Vermek, almaktan evla… Hep alanlar, aldıkça eskisinden daha derin bir depresyon içinde olurlar… Bu, insanın bizzat kendisinin de eşyaya dönüşümüdür… Eşya aldıkça insan, eşyanın bir parçası olduğu süreç, olabildiğinde sürecektir, insandan bir şeyler eksilterek… Eşya alımını artıran faktörler… Tüketimi artıran reklamlar, vitrinler ve marketler…  Bütün bunlar ihtiyacımız olan eşyaları almaya, alışveriş çılgınlığına dönüyorsa, her bir şey, tuzak düzenlemedir… En kötüsü ise, alışverişte marka tutkusu… Eşyanın kalitesi, marka ile ilişkilendirilmiş maalesef… Hâlbuki eşyanın kalitesi ve gerekli olanı alınmalı! Alışveriş çılgınlığı, insanın kendini değersiz hissedip, bunu yükseltmek amacıyla yapılmakta… Kapitalizmin ağına düşen, gösteriş budalası her bir insan; alışveriş çılgını, eşya canavarı… Alışveriş çılgınlığından kurtulabilmek, kadim medeniyet değerlerimizle donanımlı hale gelmeye endeksli… Evrensel normlarla ve değerlerle beslenmeyen bir birey, değersiz olacaktır elbette… “Nice insanlar gördüm üzerinde elbise yok; nice elbiseler gördüm içinde insan yok.” (Hz. Mevlana)…

Eşya (mal, mülk, para), mekân, bizi bizden ederse eğer; zamanın çarkında kaybolur gideriz… Neyin peşinde koşuyoruz? Zamana ve mekâna bir damla/zerre olarak düştüğümüz ana rahminden çıktığımız bu âlemden başka bir âleme gitmeyeceğimizin garantisi var mı? Beraberimizde hangi eşyayı diğer tarafa götürebiliyoruz? Tapusu adımıza kayıtlı hangi mekâna kazık çakabiliyoruz? Kaldı ki, sahibi olduğunu sandığımız her bir mekân hızla el değiştirmeye devam ederken, yaşadığımız bu âlem her gün hem boşalmaya hem dolmaya devam ederken… Eşyayı, mekânı, zamanı, ömrü ve insanı dört mısrada dillendiren söz: “Mal sahibi, mülk sahibi; hani bunun ilk sahibi? Mal da yalan, mülk de yalan… Var biraz da sen oyalan.” (Yunus Emre)…

Eşyanın ve mekânın bir araya geldiği nokta; fonksiyonel ve estetik bir değeri ve kişisel tarzımızı yansıtır… Bu, farkında olmadan kendimizi, kimliğimizi ifade etmenin yolu bir bakıma… Mekâna; teknolojik cihazları katabilmek, yaşam ve çalışma mekânını daha verimli hâle getirebilmek ve iletişimi kolaylaştırabilmek için gayret gösterebilelim ki, eşya ve mekân birbirini bütünleyebilsin… Mekânın içini dolduran sadece eşya olmamalı… Mekânı dolduran eşyaya hükmeden, eşyayı anlamlı ve yararlı kullanabilen insan olmalı… Mekânın genişliği, içimizi daraltmamalı… Mekân dar, ama kullanılabilir olmalı… Dar mekânın içini genişletebilmek mârifeti, eşyanın kullanımı ile alakalı… Eşya tek, kullanımı çok amaçlı olmalı… Meselâ, bir koltuğun, hem masa hem divan, hem dolap kullanılabilmesi mühim… Eşya, gösteriş odaklı değil, kullanım odaklı mekânı işgal etmeli… İnsan, eşyayı kullanmalı; eşya, insanı değil! Mekânımız, evimiz… Mekânımız, çalışma yerimiz… Son mekânımız, içine belki bir bütün olarak ya da parça parça gireceğimiz kabrimiz… Eşyayı kullanmadan çöp hâline getirmektir, mekânı eşya ile doldurmak… İsrafın en büyüğü, mekânı geniş tutmaktır; eşyayı gereğinden fazla mekâna yığmaktır…  Sadece yediğimizi, giydiğimizi paylaşmak; kendimizi kandırmaktır, aslında… Önemli olan, mekânı ne çok genişletmek ne çok daraltmak gerek… Mekânın ve eşyanın, hayatımızı idame edebileceğimiz kadarına malik olmak gerek…  Daha önemlisi, yaşadığımız mekânda bizim de eşya konumuna gelmememiz… Mekânı ve eşyayı doğru olmayan yöntemlerle kullanmak, tüketim alışkanlıklarımızın doğru olmadığının kanıtı… Eşyanın ve mekânın yanlış kullanımı, doğal kaynakların heder olmasına ve çevresel sorunlara neden olabilir… Eşya ve mekânı nasıl kullandığımız, düşüncelerimizin ve duygularımızın aynasıdır, bilelim… Doğru ve işlevsel kullanılmayan mekân ve eşya, sırtımızda kamburdur; kimsesiz, barınaksız olanlara zulümdür… Dünyanın kendisi mekân, dünyadaki her bir şey eşya zaten… Kimin mekânını, kimin eşyasını kimden esirgiyoruz ki… Kendimize hak gördüğümüz, her biriminizin hakkı…

Yine de mekân deyip geçmeyelim… Mekân, hayatımızın izlerini taşır… Zaman ise; kullandığımız ya da kullanmadığımız eşyayı ve bizi yaşlandırır… Her mekânın, bir hikâyesi vardır hayatımızda… Yaşadığımız ve bulunduğumuz mekân, kimseye söyleyemediğimiz sırların tanıklarıdır…  Anılarımızın biriktiği mekân, ruhumuza ya huzur verir ya üzüntü… Zaman, mekân ve insan… “Eşya, insanın kendini ifade etmesi için kullandığı araçtır. Eşya olmadan insan yok olur.” (Paulo Coelho)… Mekânın kutsalı, eşyanın kutsalı, bilindik şeyler… Mekânı da eşyayı da kutsal kılan, insanın yüreği… Hangisi daha kutsal? Kâbe İbrahim’in, kalp Allah’ın binası… Kâbeye hitaben söylenen Peygamber buyruğu: “Kuşkusuz Allah seni çok şerefli, çok mukerrem (hürmetli), çok azametli kılmıştır; fakat mümin senden daha hürmetlidir (daha saygı değerdir).” (Hadis-i Şerif)… “Kâbe, Azer’in oğlu Halil İbrahim’in yaptığı bir binadır. Kalp ise, yüce Allah’ın namazgâhıdır. Bu sebeple, bir gönül yıkmak, bin Kâbe yıkmaktan daha kötüdür.” (Hz. Mevlana)…

Birey olarak ne kadar toplumcuyuz, ne kadar aynı yolun yolcusuyuz, ne kadar yoldaşız? Bütün mesele bu! Beğendiğimiz mekânı ve eşyayı sözüm ona başkasına lütuf olarak vermek, en azından bir nezaketsizlik… Her mekânda ve durumda, nezaketli olabilmek; eşyayı ve mekânı hakça ve âdilce paylaşabilmeye bağlı… Sahte insancıl tavırlarla ve tebessümle, insan olabilmek ve insan kalabilmek gayrimümkün… İş takibinde bir başkasının mekânını/yerini/sırasını almakla daha akıllı olunmuyor; sadece daha az insan olunuyor… Asıl mesele, “Zaman bendedir ve mekân bana emanettir!” (Necip Fazıl Kısakürek) şuurunda olabilmek meselesi… Gerisi, üç beş çalı çırpı, eşya, fasarya… Selam, sevgi ve saygılarımla.




Leave a Reply

Your email address will not be published. Required fields are marked *